Ehl-i Sünnet kendini üretken kılan bir mekanizma iken biz onu sürekli tükettik. Ehl-i sünnet söylem kendi kendisini tüketti, yıprattı, gözden düşürdü, çok kötü örnekler gördük gerçekten. Ehl-i sünnet kavramını diline dolayarak bir takım şeyler yapan insanların toplum üzerindeki imajları, intibaları çok kötü…”Hayatını İslam’a göre şekillendirmek isteyen dindar bir Müslüman’ın yeni anayasadan beklentileri nelerdir?
Önümüzdeki 20-30 yıl için Türkiye’nin yönünü önemli oranda belirleyecek olan yeni anayasa çalışmaları devam ediyor. Bu denli önemli bir konuda hemen her kesim sesini yükselterek taleplerini dile getirirken bir kesim adeta görmezden geliniyor. Acaba hayatını İslam’a göre şekillendirmek isteyen dindar bir Müslüman’ın yeni anayasadan beklentileri nelerdir?
Dindarların talepleri, liberal ve demokrat aydınların şekillendirdikleri bir dünyanın parantezindeki unsurlardan biri olarak kalmaya mahkûm değildir. Kendine has ihtiyaç ve beklentilerini, kendi yöntemleri ile ifade edebilecek olgunluktadır. Belki geçmişin baskıcı dönemlerinin getirdiği ürkeklik, belki de “nasıl olsa hükümet bizim yerimize düşünür”kolaycılığı ama bu alanda dindarların sessizliği gözden kaçacak gibi değil. Merkez medya ya görmezden geliyor ya da tek tük talepleri iç sayfalardan veriyor. Yeni anayasa konusunda sesi belki de en fazla çıkması gereken kesim olan dindarların, hem bu sessizliğinin sebeplerini, hem de taleplerinin neler olabileceğini bu alandaki en yetkin isimlerden biri olan Ebubekir Sifil ile konuştuk.
Röportaj: A.Köktürk-G:Sönmez
Yeni anayasa çalışmaları başladı, devam ediyor, fikirler alınıyor. Yeni Anayasa için sizden de fikir alınsa kırmızı çizgileriniz neler olurdu?
En genel şekli ile şöyle cevap verirdim; Bu milletin aslı, özü, tarihi, inancı, kimliği ile karakter vasıfları ile örtüşen bir anayasa talep ederdim.
Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu dönemde hassas merkezler var, sinir uçları var, buralardan “nasıl bir tepki alırız” diye bütün işler böyle yürüyor. Sadece yasama işleri değil gündelik hayat bile böyle yürüyor. “Aman bir yerlerden bir tepki almayalım” diye milletin üzerinde bir sindirilmişlik hali var. Cumhuriyetin başından beri böyle oldu.
Cumhuriyeti “çoğunluğun iradesi” anlamında bir idare şekli olarak millete uygulayanlar, milletin Kur’an okumasını yasakladılar, Kur’an’ı yasakladılar, Kur’an kurslarını kapattılar. Çok büyük bir baskı ve sindirme politikası uyguladılar. Bu politikalar milletin adeta genlerine işledi. Her hangi bir konuda bir adım atılacağı zaman “acaba bir yerlerden tepki alır mıyım” düşüncesi var. Bu ülkenin görünmez yerlerinde, bu ülkeyi görünmez eller idare ediyor adeta. “O eller ne yapar, ne düşünür” diye herkes aklının bir ucunda hesap yapıyor. Öyle bir anayasa yapardım ki, artık böyle bir hesap yapılmasın. “Görünür görünmez ellerin sizin mahrem alanlarınıza uzanabilecek kudreti, marifeti, yetkisi, yeteneği yoktur” gibi bir garanti verirdim. Ne kadar mümkün bu? Cevap insanla ilgili. İnsan kendi korkularını ne kadar aşabiliyorsa bu, yasa yapma zeminine o kadar yansıyor. Biz ne kadar ürkek davranırsak o gayrimeşru faaliyetler de o oranda işin önünü açabilecek iradeyi buluyor.
ŞERİAT BİZİM ÜLKEMİZDE “CISS” BİR KELİME
Bu milletin dini inançları ile ilgili olarak, söz gelimi, en az İngilizler kadar özgürlükçü, en az İngilizlerin uygulaması kadar kendinden emin bir anayasa yapardım. 2000’li yılların sonunda İngilizler, Müslümanların kendi aralarındaki işleri kendi şeriat mahkemelerinde çözebilmelerine imkân sağladı. Bunu ne niyetle yaptığı konusunda farklı değerlendirmeler yapılabilir. Burada asıl üzerinde durulması gereken, ortaya çıkan “netice”dir. Bu uygulamalar o kadar başarılı oldu ki, Gayri Müslimler bile kendi aralarındaki ticari bir takım anlaşmazlıkları o mahkemelere götürmeyi tercih ediyorlar artık. Çok hızlı sonuç alınıyor, çok adil yargılama yapılıyor çünkü. Gayri Müslimler bile buna ilgili göstermeye başladılar. Biz İngilizlerin yaptığını bile yapamıyoruz. Burası Müslüman bir ülke, Müslümanların kendi aralarındaki hukuku kendi inançları doğrultusunda görebileceği gerçeğini dillendirmekten korkuyoruz.
Bu ülkede “şeriat” diye bir kelime var, bu ülkede bu kelimeyi ağzınıza aldığınızda bile diliniz yanar, “cısss” bir kelime. Çok sıkı-fıkı ilişkilerde olduğumuz İsrail’in de bir şeriatı var, şeriat devleti var. Kimse şeriat deyince Yahudilerin uyguladıklarını anlamıyor. Hep “kötü örnek” olarak ya İran ya Suudi Arabistan aklımıza geliyor.
“ÇAĞDAŞLIK” AYET GİBİ BELLETİLDİ
Devlet, milletin ortak iradesinin yansımasından oluşan bir mekanizmaysa, o devletin o milletin inançları, kültürü, beklentileri doğrultusunda bir yapı arz etmesi tabiîdir. Müslüman bir millete Gayri Müslimlerin, İsviçre’nin medeni hukukunu ne diye dayatıyoruz? Hangi müslüman zina fiilinin suç olmaktan çıkarılmasına razı olur? Gerçekten bu milletin değerleriyle örtüşen bir durum mudur bu? Adına “çağdaşlık” denen ve “ayet gibi, vahiy gibi” belletilen bir şey var;“bunun kıstası da Batı’dır” diye öğretiliyor. İsviçre’nin medeni hukukunu, İtalya’nın ticaret hukukunu, bilmem nerden ne hukukunu almak zorundasın. Hayır, böyle bir zorunluluk olmamalıdır. Kendi medeni hukukumu, kendi ticaret hukukumu, kendi anayasamı bu toprakların beklentilerine, taleplerine, gerçeklerine göre yapmak zorundayım. Aksi halde meşruiyet tartışmalarının önünü alamazsınız. Bu milletin üzerinde, bu millete uygulamak için yasa yapan mekanizmalar, bu yasayı bu milletin hususiyetlerine değil de İsviçre’de yaşayan insanların hususiyetlerine göre yaparsa, meşruiyet problemini nasıl aşar?
“Konjonktürel olan-ideal olan” ayrımı konusunda ne diyebilirsiniz, sizce böyle bir ayrım var mı?
Böyle bir ayrım her zaman vardır. Başka hukuk sistemlerinde de vardır, İslam’da da vardır. Fıkıh, özellikle hukuk hakkında konuşulursa –Fıkha İslam hukuku denmesini doğru bulmuyorum çünkü ikisi iki ayrı şey–, insanın dünyasını ve ahretini tanzim eden, tahkim, tahsin eden bir sistem. Fıkhı bir Müslüman, hayatına uyguladığı zaman hem dünyasını mamur ediyor, hem ahiretini garantiye alıyor. Böyle baktığınızda fıkıh sistemi içinde, Kur’an’da, Sünnet’te veya diğer delillerde (icma, kıyas ve tali deliler) bunların tamamı içinde ilkeler var, ilke değerinde hükümler var ve pratik hayatı düzenlemeye dönük hükümler var. Bunlar değişmez. Biz bunları 1400 yıllık müktesebatımız içinde “kaideleştirmişiz”.
İlkeler değişmez ama aktüele bakan kısımda değişebilir mi?
Pratikte bu ilkeleri gerçekleştirecek değişikliler yapılabilir; o ilkelerin maksadını bozmadan, değişik uygulamalara gidilebilir. Böyle bir cümle kurulduğunda, genelde cümleyi kuranın maksadına göre farklı sonuçlar ortaya çıkar:
‘ADAM ÖLDÜRENİ ÖLDÜRÜN’Ü DEĞİŞTİREMEYİZ
Muhafaza edilmesi gereken ilkeler nelerdir?
İslam 5 temel amacı garanti eder. Akıl Emniyeti-Nesil Emniyeti-Din Emniyeti-Can Emniyeti-Mal Emniyeti….
Diğer uygulamalar bunların yansınmalarıdır, pratiğe aktarılmış şekilleridir. Bir takım ayetlerde, bir takım hadislerde, uygulamalarda hep bu 5 ana maksat gözetilir. “Maksad”ı öne çıkarıp da “bu maksatları gözetmek için filan devirde falan hüküm uygulandı, şartlar değişti bu devirde başka bir hüküm uygulanır” demek mümkün değildir. Anayasanın başlangıç maddeleri gibi değiştirilmeyecek hükümler vardır. Bunlar insanın iradesi dahilinde olan şeyler değil. Nasıl bu 5 temeli değiştiremiyoruz, aynı şekilde bizi bu 5 temele götürecek vesile hükümleri de değiştiremiyoruz.
Mesela; Kur’an-ı Kerim’de emir buyurulan zekât ibadeti malın 40’ta birinden verilmek suretiyle yerine getirilir. Baktığınızda sanki zekât sosyal hayatta dengeyi korumak, muhafaza etmek için ibraz edilmiş gibi durur. Tam böyle değildir ama böyle bir misyonu da vardır. Şimdi bugün kalkıp da, “Geçmişte 40’ta bir nisabı iş görüyordu artık görmüyor” diyerek 40′ta 1 olan nisabı değiştirebilir misiniz? Değiştiremezsiniz, bu nisabı koyan Allah’ın ilmi, mutlak… O bu günü de biliyor, geçmişi de biliyor, geleceği de biliyor. Onun için bu zaman o zaman, konjonktürellik diye bir şey yoktur. Mutlak ilme dayalı olarak vaz edilmiş olan hüküm 40’ta bir ise 40’ta birdir, değişmez.
Kur’an’da hırsızlığın ya da haksız yere adam öldürmenin vb. müeyyideleri var. Bunlar ilke değerinde bir hükümdür değiştirilemez.
Üstelik “kısasta sizin için hayat vardır” diye bizi uyarıyor Kur’an-ı Kerim. Biz bunun yerine“artık bu geçmişte kaldı, çağdaş hukuk haksız yere adam öldürenin öldürülmesini değil başka bir ceza ön görür” diyerek bu cezayı değiştiremeyiz, değiştirmemeliyiz. Bu cezayı koyan her hangi bir konjonktürel duruma göre koymadı ve bizi de uyardı ki; “kısasta sizin için hayat vardır, uygulanırsanız keyfi öldürmelerin, fitnenin önüne alırsınız.”
Şu an önümüzdeki en az 30 yılı ipotek altına alacak bir anayasa çalışması var. Yönteme bakılırsa hükümet diyor ki gelin farklı kesimler bir araya gelip hazırlayalım. Ne kadar bizden olacağı tartışılır ama diğerleri katılsın gayreti var. Bu, anayasa çalışmalarına katılanlar açısından itikadı bir sorun da doğurmaz mı?
Bana anayasa konusundaki fikrimi sordunuz, ben de nasıl bir anayasa istediğimi söyledim. Her isteyen, her istediği hukuk sistemine kendi içinde tabi olsun. Çok hukukluluk sistemi… İngiltere örneğini onun için verdim. Anayasa olsun ve bu çok hukukluluğu garantiye alsın. Bundan korkmamıza gerek yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder