21 Şubat 2012 Salı

dünyayı kesben değil kalben terketmek.







Hepimiz bu dünyada misafir olarak yaşıyoruz. Günahlarımıza şefaatçimiz olan Muhammed-i Muhtar’ın s.a.v. nurlu beyanıyla “bir gölgelikte” gölgelenen bir yolcu gibiyiz. Yolcuyuz ama, ihtiyaçlarımız sınırsız. Bunlar beşer olmamızın gerektirdiği ihtiyaçlar: Yeme, içme, giyinme, barınma, evlenme en zaruri olanlarından. Kimi ehl-i tasavvuf tarafından terk-i dünya “bir lokma bir hırka” olarak algılanmış ve dünyadan bütünüyle el etek çekme bir amaç haline getirilmiş. Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin 4. Mektupta dikkat çektiği Nakşî tarikatının dört esası, terk üzerine kurulmuştur. "Der tarik-i Nakşibendî lâzım âmed çâr terk / Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk". Yani, Nakşibendî tarikatında dört şeyi terk etmek gerekir: Dünyayı, ukbayı, varlığı ve terki terk etmek. Bunların ayrıntılarına girmek değil amacım. Risale-i Nur hareketi bir tarikat değil, bir tasavvuf hareketi değil. Dolayısıyla esas ve prensipleri de farklı. Bu yüzden 4. Mektupta, üstad hazretleri, kendi Kur’anî yolunu bir başka dört esas olarak belirliyor: Der tarik-i aczmendî lâzım âmed çâr çiz, fakrmutlak, acz-i mutlak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak ey aziz. Bunların ayrıntıları 26. sözün zeylinde de zikrediliyor.

Terk-i Dünya değildir Risale-i Nur’un derdi. Ancak, terk-i dünyanın nasıl olması gerektiğini
izah etmekten de uzak durmaz. Tıpkı bir tasavvuf, bir tarikat eseri olmadığı halde tasavvufun nasıl anlaşılması gerektiğini, vartaları, yani riskleri, tehlikeleri ile birlikte anlattığı gibi.

Mesnevi-i Nuriye’de Habbe risalesinde dünyayı dört şey için kesben değil, kalben terk etmek gerektiğini söylüyor:
1. Dünyanın ömrü kısa olup, sür’atle zeval ve guruba gider. Zevalin elemiyle, visalin lezzeti zeval buluyor.
2. Dünyanın lezâizi zehirli bala benzer. Lezzeti nisbetinde elemi de vardır.
3. Seni
intizar etmekte ve senin de sür’atle ona doğru gitmekte olduğun kabir, dünyanın ziynetli, lezzetli şeylerini hediye olarak kabul etmez. Çünkü dünya ehlince güzel addedilen şey, orada çirkindir.
4. Düşmanlar ve haşerat-ı muzırra arasında bir saat durmakla dost ve büyükler meclisinde senelerce durmak arasındaki muvazene, kabirle dünya arasındaki aynı muvazenedir. Maahaza, Cenab-ı
Hak da bir saatlik lezzeti terk etmeye davet ediyor ki, senelerce dostlarınla beraber rahat edesin. Öyleyse, kayıtlı ve kelepçeli olarak sevk edilmezden evvel, Allah’ın davetine icabet et.”

Bil, ey hodgâm! Bu dünyada saadet, terk-i dünyada.
Hudâbîn isen, O kâfidir; bıraksan da, bütün eşya lehinde.

Ger hodbîn isen, helâkettir; ne yaparsan, bütün eşya aleyhinde.
Demek terki gerektir, her iki halde bu dünyada.

Terki demek, Hudâ mülkü, Onun izni, Onun nâmiyle bakmakta;
Ticaret istiyorsan ger, şu fânî ömrünü bâkîye tebdilde.

Eğer nefsine tâlip isen, çürüktür, hem temelsiz de;
Eğer âfâkı ister isen, fenâ damgası üstünde.

Demek değmez ki, alınsa; çürük maldır hep bu çarşıda.
Öyle ise geç; iyi mallar dizilmiş arkasında.

Bu iki ayrı alıntıya göre dünyayı terk etmek, çalışmayı, yemeyi, içmeyi, giyinmeyi,. barınmayı, evlenmeyi terk etmek değildir. Dünyayı tert etmek, lezzetleri terk etmektir. Bu lezzetler, Risale-i Nurda, “gayr-i
meşru lezzetler” olarak isimlendirilir. Zehirli bala benzetilen, bir üzüm tanesi yedirse yüz tokat vuran lezzetlerdir bunlar. Yoksa israf etmemek kaydıyla ve şükür maksadıyla lezzetleri takip etmek meşrudur ve insanın da hakkıdır. Son alıntıda dikkat çeken bir husus da, “Terki demek, Hudâ mülkü, Onun izni, Onun nâmiyle bakmakta” cümlesidir. Dünyayı terk, her şeyi Allah’ın izni ve adıyla bakmak demektir. Aldığımız lezzetlerde, O’nun izni varsa ne alâ. Yoksa terk gerekir.

Son olarak, bu terk meselesi dünyanın üç yüzünü de bilmeye bağlı bir meseledir. 32. Söz bize bu konuda ışık tutuyor:

“Dünyanın üç yüzü var.

Birinci yüzü, Cenâb-ı Hakkın esmâsına bakar; onların nukuşunu gösterir, mânâ-i harfiyle, onlara âyinedarlık eder. Dünyanın şu yüzü,
hadsiz mektubât-ı Samedâniyedir. Bu yüzü gayet güzeldir; nefrete değil, aşka lâyıktır.

İkinci yüzü, âhirete bakar; âhiretin tarlasıdır, Cennetin mezraasıdır, rahmetin mezheresidir. Şu yüzü dahi, evvelki yüzü gibi güzeldir; tahkire değil, muhabbete lâyıktır.

Üçüncü yüzü, insanın hevesâtına bakan ve
gaflet perdesi olan ve ehl-i dünyanın mel’abe-i hevesâtı olan yüzdür. Şu yüz çirkindir. Çünkü fânîdir, zâildir, elemlidir, aldatır. İşte, hadîste vârid olan tahkir ve ehl-i hakikatin ettiği nefret, bu yüzdedir.

Kur’ân-ı Hakîmin kâinattan ve mevcudâttan ehemmiyetkârâne, istihsankârâne bahsi ise, evvelki iki yüze bakar. Sahabelerin ve sâir ehlullâhın
mergub dünyaları, evvelki iki yüzdedir. “

Yaratılış amacımız, Esma-i Hünsayı öğrenmek, öğretmek, dünyayı ahiretin tarlası gibi bilip bu tarlaya mümkün olduğu kadar güzel şeyler, salih ameller ekmeye çalışmaktadır. Bu yüzden bu iki yönüyle dünyayı terk etmek, imanı, islamı ve insanlığı terk demektir. Dünyayı terk, insanın hevasatına bakan yönünde olmalı. Bu yönü, Kur’an’da oyun ve eğlence olarak nitelendirilen yönüdür. İnsanı, ahirete dair amelleri yapmaktan eğleyen, alıkoyan şey.

Son olarak şunu paylaşmak istiyorum: Osman b. Mazun, Medine’de kendisiyle birlikte birkaç arkadaşıyla gündüzleri oruç tutmaya, geceleri sabaha kadar namaz kılmaya, hiç evlenmemeye karar verirler. Peygamberimiz s.a.v. bunu duyunca onları çağırır ve kendisini onlara örnek gösterir. Çünkü insanın nefsinin de, çocuklarının da, ailesinin de onun üzerinde hakları vardır. Ramazan orucunun dışında oruç tutacak insan bazen tutup bazen tutmamalı. Gece namaz kılacak kişi, gecenin belli bir müddetinde namaz kılmalı. Ayrıca kişi peygamberimiz s.a.v.’in sünnetine uyarak evlenmeli. Müslüman,
meşru olan şeyleri terk eden değil, dengeli bir hayat sürüp, Allah’a gerektiği şekilde vasat ölçüde, vasat bir insan olarak ibadet eden bir insandır.. Bunun için dünyayı değil, şirki, nifakı, günahları, günde bir saat da namaz için meşru lezzetleri terk etmeliyiz. Bu terkler, bize Allah’ın fazl ve lutfuyla rızayı, ebedi cenneti, Cemalullah’ı kazandıracaktır.

Said Yargıcı



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder