Ya baki entel baki...
İKİNCİ NÜKTE
İnsanın fıtratında bekàya karşı gayet şedit bir aşk var. Hattâ her sevdiği şeyde kuvve-i vâhime(insanda olmayan birşeyi gösterme duygusu) cihetiyle bir nevi bekà tevehhüm eder(zanneder) sonra sever. Ne vakit zevâlini (yokluğunu) düşünse veya görse derinden derine feryat eder. Bütün firaklardan gelen feryatlar aşk-ı bekàdan gelen ağlamaların tercümanlarıdır. Eğer tevehhüm-ü bekà(ebediliği düşünmese) olmazsa muhabbet edemez. Hattâ denilebilir ki âlem-i bekànın ve ebedî Cennetin bir sebeb-i vücudu(var olma sebebi) şu mahiyet-i insaniyedeki(insanın mahiyetindeki) o şiddetli aşk-ı bekàdan çıkan gayet kuvvetli arzu-yu bekà(ebedi olmasını arzulaması) ve bekà için fıtrî umumî duadır ki Bâkî-i Zülcelâl o şedit sarsılmaz fıtrî arzuyu o tesirli kuvvetli umumî duayı kabul etmiştir ki fâni insanlar için bâki bir âlemi halk etmiş.
Hem hiç mümkün müdür ki Fâtır-ı Kerîm(sonsuz kerem ve lütuf sahibi olan ve varlıkları benzersiz olarak yoktan yaratan Allah) Hâlık-ı Rahîm( herşeyi yaratan ve herbir varlığa özel rahmet tecellisi olan Allah) küçük midenin cüz’î(küçük) arzusunu ve muvakkat bir bekà için lisan-ı hal(hal dili) ile duasını hadsiz envâ-ı mat’umat-ı leziziyenin(çeşit çeşit lezzetli nimetlerinin) icadıyla kabul etsin de umum nev-i beşerin pek büyük bir ihtiyac-ı fıtrîden(fıtri bir ihtiyaçtan) gelen pek şiddetli bir arzusunu ve küllî ve daimî ve haklı ve hakikatli kàlli(sözlü) halli bekàya dair gayet kuvvetli duasını kabul etmesin? Hâşâ yüz bin defa hâşâ! Kabul etmemek mümkün değildir. Hem hikmet ve adaletine ve rahmet ve kudretine hiçbir cihetle yakışmaz.
Madem insan bekàya âşıktır; elbette bütün kemâlâtı lezzetleri bekàya tâbidir. Ve madem bekà Bâkî-i Zülcelâle mahsustur. Ve madem Bâkînin esmâsı bâkiyedir. Ve madem Bâkînin âyineleri Bâkînin rengini hükmünü alır ve bir nevi bekàya mazhar olur. Elbette insana en lâzım iş en mühim vazife o Bâkîye karşı alâka peydâ etmektir ve esmâsına yapışmaktır.
Çünkü Bâkî yoluna sarf olunan herşey bir nevi bekàya mazhar olur.
İşte ikinci يَا بَاقِى أَنْتَ الْبَاقِى cümlesi bu hakikati ifade ediyor. İnsanın hadsiz mânevî yaralarını tedavi etmekle beraber fıtratındaki gayet şiddetli arzu-yu bekàyı (beka arzusunu)onunla tatmin ediyor.
İnsanın fıtratında bekàya karşı gayet şedit bir aşk var. Hattâ her sevdiği şeyde kuvve-i vâhime(insanda olmayan birşeyi gösterme duygusu) cihetiyle bir nevi bekà tevehhüm eder(zanneder) sonra sever. Ne vakit zevâlini (yokluğunu) düşünse veya görse derinden derine feryat eder. Bütün firaklardan gelen feryatlar aşk-ı bekàdan gelen ağlamaların tercümanlarıdır. Eğer tevehhüm-ü bekà(ebediliği düşünmese) olmazsa muhabbet edemez. Hattâ denilebilir ki âlem-i bekànın ve ebedî Cennetin bir sebeb-i vücudu(var olma sebebi) şu mahiyet-i insaniyedeki(insanın mahiyetindeki) o şiddetli aşk-ı bekàdan çıkan gayet kuvvetli arzu-yu bekà(ebedi olmasını arzulaması) ve bekà için fıtrî umumî duadır ki Bâkî-i Zülcelâl o şedit sarsılmaz fıtrî arzuyu o tesirli kuvvetli umumî duayı kabul etmiştir ki fâni insanlar için bâki bir âlemi halk etmiş.
Hem hiç mümkün müdür ki Fâtır-ı Kerîm(sonsuz kerem ve lütuf sahibi olan ve varlıkları benzersiz olarak yoktan yaratan Allah) Hâlık-ı Rahîm( herşeyi yaratan ve herbir varlığa özel rahmet tecellisi olan Allah) küçük midenin cüz’î(küçük) arzusunu ve muvakkat bir bekà için lisan-ı hal(hal dili) ile duasını hadsiz envâ-ı mat’umat-ı leziziyenin(çeşit çeşit lezzetli nimetlerinin) icadıyla kabul etsin de umum nev-i beşerin pek büyük bir ihtiyac-ı fıtrîden(fıtri bir ihtiyaçtan) gelen pek şiddetli bir arzusunu ve küllî ve daimî ve haklı ve hakikatli kàlli(sözlü) halli bekàya dair gayet kuvvetli duasını kabul etmesin? Hâşâ yüz bin defa hâşâ! Kabul etmemek mümkün değildir. Hem hikmet ve adaletine ve rahmet ve kudretine hiçbir cihetle yakışmaz.
Madem insan bekàya âşıktır; elbette bütün kemâlâtı lezzetleri bekàya tâbidir. Ve madem bekà Bâkî-i Zülcelâle mahsustur. Ve madem Bâkînin esmâsı bâkiyedir. Ve madem Bâkînin âyineleri Bâkînin rengini hükmünü alır ve bir nevi bekàya mazhar olur. Elbette insana en lâzım iş en mühim vazife o Bâkîye karşı alâka peydâ etmektir ve esmâsına yapışmaktır.
Çünkü Bâkî yoluna sarf olunan herşey bir nevi bekàya mazhar olur.
İşte ikinci يَا بَاقِى أَنْتَ الْبَاقِى cümlesi bu hakikati ifade ediyor. İnsanın hadsiz mânevî yaralarını tedavi etmekle beraber fıtratındaki gayet şiddetli arzu-yu bekàyı (beka arzusunu)onunla tatmin ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder