31 Ocak 2012 Salı

Gün tamam oldu






Gam dolu günler,zaman hep aynı hal
Gün tamam oldu,yalan yanlış hayal...

Mesnevi

İhlâs gemisine tevekkül yelkenini aç






Tevekkül bâdbânın kıl küşâde fülk-i ihlâsa
Eser bahr-i emelde bir müsâ'id rûzgâr elbet...

(İhlâs gemisine tevekkül yelkenini aç, şu emeller denizinde beklediğin rüzgar elbet esecektir)
-Fitnât Hanım

Avni'den





Gönül gamını nice safha–i beyâna yazam
Kalemden od çıkuban korkarım ki yana yazam
-Avnî-

Leyla değil,




Gönül Mecnûn gibi dil-beste olma zülf-i Leylâ'ya
Seni sâhra-neverd-i aşk eden zîrâ Hudâ'dır hep
(A gönül! Mecnun misali, Leyla'nın zülfüne hemen gönül bağlama.
Çünkü seni aşk çöllerinde gezdirip duran Leyla değil, Mevlâ'dır hep.)
-Haşmet-


sensiz geçen vakt-ü zamanın kazası yok




Her türlü salat-ü savmın kazası var da
sensiz geçen vakt-ü zamanın kazası yok
Fuzulî

cânın mı var?





Yoluna cânâ revân etsem gerek cânım dedim
Yüzüme bin hışm ile baktı dedi cânın mı var?

-Zatî-

Âşığa her türlü uyku haramdır.






Şaşarım seven insan nasıl uyur?
Âşığa her türlü uyku haramdır.

Mevlana

Gamın da gelse dile bâis-i meserret olur





Belâ budur ki alıştı belâlarınla gönül
Gamın da gelse dile bâis-i meserret olur

(Gönlüm belâlarına öyle alıştı ki; artık senden gam da gelse bana sevinç sebebi oluyor.)
-Nef'î-

Şehr-i İstanbul ki bi misl-ü bahadır.






Şehr-i İstanbul ki bi misl-ü bahadır.
Bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır. 
NEDİM
[bu istanbul şehri ki, değerine ölçü biçilemez.
bir taşına tüm acem ülkesi feda olsun.]

30 Ocak 2012 Pazartesi

Kalemin ahı kaldı satırlarda...





Birer göz yaşı oldu âharlı kağıtlarda mürekkep damlaları. ..

Her kalemin kendince uzun bir varoluş hikayesi ve yine kendince bir yok oluş hikayesi vardır. Mürekkep zaten baştan başa bir serüven... Kandillerin raks eden alevlerinden kubbeye doğru kıvrım kıvrım yükselen isin (siyah duman) aylar belki de yıllar süren yolculukları neticesi oluşan birkaç damla... Ölümsüz satırların şahidi mürekkep...

Aslında yolculuğa çıkarken “kalemin ahı” demiştik lakin mürekkep; “kalemsiz ben neylerim” diye feryadı koparınca onun da gönlünü alalım deyip bir iki laf da mürekkebe attık. Artık şimdi rahat rahat kalemin derinden derinden çağlayan kulakları gönülleri dağlayan âhı-zarına( inleme) kapı aralayabiliriz.

Kalem kalem olalı hiç kendini bu denli yalnız ve pür melâl hissetmemişti. Kalem artık terk edilen bir sevgili bir daha peşine düşülmemesine terk edilen bir dost. Yalnız mı yalnız; uzak mı uzak şimdi gönüllerden.

Kalem artık kalemliğinden utanır oldu. Kalemin şaşalı saltanatı sona erdi sessiz sedasız. Bir jübile bile yapılmadı kalemlere. Bu ne vicdansızlık bu ne vefasızlık? Pc’ler elektronik daktilolar ve bilumum klavyeli yazı araçları sevinçten göbek atabilirler. En güçlü rakiplerini alt ettiler artık. Şimdi sahnede parmakların tuşlarla dansı var mekanik ve geometrik. Başparmak artık yön tayin etmiyor kayarcasına satırlarda...

Kalemin ahı inletiyor yeri göğü. Varır mı acep; kamışların feryadı Karahisâri’ lerin Hamit Aytaç’ların bârigâhına; bilinmez zahirde ancak ehli anlar..

Parmaklarla kağıt üzerindeki raksını özlüyor ve için için gözyaşı döküyor kalem en sadık dostu kağıtlara... Yılların ezeli iki dostu birbirine son kez sarılıyor belki de birkaç yaşlı titrek ellerin sayesinde. O yüzden daha bir samimiler daha bir vefalılar birbirine karşı.

Kalem kelamı ölümsüzleştirirdi satırlarda... Akardı ırmak gibi kıvrım kıvrım erbabının görmüş geçirmiş gönül pınarından beyaz sayfalara...

Kalem sahibinin hünerli elleriyle ne ölümsüz eserlere imza atmıştı... El yazması eserler denilen dev hazineler kalem ile ehli kalemin müşterek çalışmasıyla vücuda gelmişti.

Hat ve hattat kalem ile neşvünema buldu. Bugün varlarsa; varlıklarını kaleme borçlular.

Kalem ya da kamış hattatın zarif ve hünerli parmaklarında en nadide şaheserler ortaya çıkarıyordu... Harfler alelâde değil adeta bir raks uyumu içerisinde peşpeşe diziliyor bazısı incelerek bazısı kıvrılarak bazısı da ince bir yay çizerek ilerliyordu tezhipli ya da aharlı kağıtlar üzerinde...

Kalem sadece hat ve hattatlar için olmazsa olmazlardan değildi. Yazabilen yazan düşünen mütefekkir münevver muallim ve daha eli kalem tutan her insan her bilgin her ressam için de bir elzemdi.

Kur’an nasıl mushaf olurdu kalemsiz? Şair gönül dilini nasıl dökerdi çağlara? Devirden devire nasıl gelirdi mısralar? Sultanlar nasıl ferman buyururdu uzaklara? Kadılar hükümlerini ne ile yazardı kader denilen ömür defterine? Hakimler idam kararından sonra neyi kırardı kalem olmasaydı? Bilginler formüllerini nasıl ulaştırırdı bu günlere? Âşıklar aşklarını mektuplarla ulvileştirebilirler miydi ya da gurbet sılada anlaşılabilir miydi kalemsiz?

Kalem gönle kalbe tercümandı. Kalem duygulara tercümandı. Kalem maziye hâle tanıktı. Kalem geleceğe atıftı...

Sonra kalem etrafında oluşan onunla beslenen bir iş bir kültür vardı. “Kalem işi” denilen ayrı bir dünya oluşmuştu. Hepsi kalemin âhıyla sarsıldı derinden ve tarih sayfasında şimdiden yerlerini aldılar...

Kalemlikler vardı türlü türlü renk renk desen desen. İçlerinde de kalemler vardı çeşit çeşit. Her kalemin ayrı bir yeri vardı. İçinden birinin yeri daha bir ayrıydı şüphesiz... O çok özel işler için kullanılır; öyle her işe koşulmazdı. Belki bir imza için belki de bir mektup için açılırdı. Kim bilir ne zaman ne amaçla alınmıştı o kalem...

Hediye kalemler de vardı bir hayli... Dostlardan gelmişti bazıları... Onlar çok kıymetliydi.

İşte bu türlü türlü kalemler türlü türlü hikayeleri ile bir bir tarihin çöp sepetinde yerlerini aldılar. Şimdi onların yerinde bilgisayarlar dijital kalemler saltanat sürüyor. Parmaklar onlarla haşır neşir şimdilerde. Ama şu bir gerçek ki bu günün modern kalemleri kağıtlarla asla dostluk kuramıyor kuramayacaklar da... Arada mesafeler var çünkü.

Bir de kalem dostlukları vardı. Kalem sahiplerinin kalemleriyle kurdukları dostluklar kadar ehli kalemle kurdukları dostluklar da dikkate şayandı. Kalemle kurulan dostluklar kaybolurken beraberinde insani dostlukları da alıp götürdü.

Hâlâ kalemlerini terk etmeyen vefalı kalem sahipleri yok değil ama sayıları o kadar az ki bir elin parmaklarını geçmez. Onları örnek almak ve asırlarca süren bir güzelliği yaşatmak gerekir.

Teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin insanlarla gönül bağı kuramıyor. Çünkü hep insanın maddi cephesine hitap ediyor. İnsanın ruh dünyasını göz ardı ediyor. Ama şu da bir gerçek ki ruha hitabetmeyen her ne varsa alemde gelip geçicidir.

Gelip geçici olmayan değerler geliştirmek ve yaşatmak tüm insanlığın görevi olmalı...

ADEM KEVEN


AVRUPANIN YENİ FİRAVUNU SARKOZY




Aylar önce Ramses'in sakalı isimli bir yazı yazmıştım . Çıkacak olan üçüncü kitabımdan bir alıntıydı bu yazı.Merak edenler Ramses'in sakalı yazısını Netpano'da bulabilirler. Şimdi ise burada bu yazıda geçen konuya bazı yeni bilgiler ilave etmek istiyorum.  

Yazıda Ramses'in sakalının çalınarak Firavun'un gensel psikolojik analizinin yapıldığı belirtilmiş; bununla ilgili şehir ve mekanın ismi de verilerek konunun esrar perdesi aralanmaya çalışılmıştı. Pensilvanya'daki bir göl kenarında yaşayan, Mossad'ın güdümünde olan Yahudi asıllı ve iş adamı görünümündeki Amerikalı bir adamdan bahsetmiştik. Ayrıca bir hahamdan ve ilişkisinden söz etmiştik. Bu yazıdan birkaç ay sonra Pensilvanya'da göl kenarındaki bir malikanede Sarkozy'nin malikane sahibi Mike Appe ile tatili bütün dünyayı karıştırdı. Tabi başta Fransa'yıda.  

İŞTE GÖL KENARINDAKİ ÜNLÜ MALİKANE

Nasıl olur da Fransa'nın Cumhurbaşkanı Pensilvanya'da, bir göl kenarında ve Bush'un evine yakın bir mevkide böyle bir tatil yapar. (Tabi sözde bir tatil) Gazetecilere yakalanan Sarkozy'nin çok sinirli olduğu ve kızgın bir şekilde bağırıp çağırdığı yansıdı medyaya daha sonra. Melami savaşları kitabımda Şeytanîlerden (Yahudi ırkına mensup), Haçlı konseyinden, Vatikan'dan ve bunlarla mücadele eden Hilalîlerden bahsetmiştim.  

Kısaca: - Bu insanlık düşmanı İsrail finanslı Şeytanîler ve Haçlı konseyi, yeryüzünde İslam ve insanlık düşmanı fitnelerin, savaşların ve projelerin sahibidir. - Kürdistan İsrail'in; Avrupa birliği ise Vatikan ve Haçlı konseyinin projesidir. - Kürdistan haritaları Türkiye'nin de büyük bir bölümünü almış şekilde, dünyada hemen hemen her yerde yayımlanır. - Aynı şekilde Haçlı konseyinin de emeli olan Büyük Ermenistan Projesi tıpkı sözde Kürdistan haritaları gibi aynı bölgeleri kendi toprakları olarak gösterir. Ayrıca :- Gözler Türkiye'de, Türk ordusunda ve İstanbul'da... - Şeytanîler (İsrail'in) ile Haçlı konseyi arasında da bir rekabet vardır; hem insanlık üzerindeki emellerinde hem de yurdumuz üzerinde. Bizim için küfür, tek millettir. Fakat bu rekabeti; yani aralarında olan mücadeleyi de anlamazsak gardımızı iyi alamayız. Katıldığım bazı program ve gazete röportajlarında bütün bunlardan bahsetmeye çalıştım. Gelelim ana konuya: İsrail tarih boyunca dünya sahnesine sembolik birer proje olarak bazı şahsiyetler çıkardı. Bunlardan biri 2007 versiyonu olan Sarkozy'dir. 

 

Tıpkı Hitler'in ayrı bir versiyonu gibi. Fakat amacı Hitler'inkinden farklı. Planı, Avrupa Birliği'ni Yahudileştirmek ve yönetmek. Burada 1O Temmuz 2007 Salı tarihli Millî Gazete'sinden Avraam Burg İsrail'in ölümü ve Süt Kovası başlıklı yazıdan kısa bir alıntı sunmak istiyorum: Haberşöyle:" İsrail'de yayınlanan bir gazeteye açıklama yapmış. Biz Türkiye Yahudilerinin yayın organı Şalom'dan aldık. Açıklamasında çok önemli ayrıntılar var. Birincisi, Avrupa Birliği'ne ilişkin. Bakın Ünlü Yahudi siyasetçi Avraam Burg ne diyor: Avrupa Birliği Tevrat Kaynaklı bir ütopyadır. Birliğin ne kadar zaman sonra sağlanabileceğini bilmiyorum ama tümüyle Yahudi temellere dayandığı kesin. Hukukta bir tabir vardı; En kuvvetli şahitlik, Hasmın şahitliğidir. Bu şahitliğin üzerine başka ayrıntılarda ekleyebiliriz.  

Avrupa Birliği'nin 12 yıldızlı bayrağını Paul Levi adındaki Musevi asıllı bir Belçikalı'ya ait olması, 12 Yıldız'ın da İsrail'in dünyanın çeşitli bölgelerine dağılmış İsrail'in 12 Kabilesini simgelemesi gibi Avrupa Birliği Hristiyan-Yahudi işbirliğinin en büyük örneklerinden biridir. Ortak düşmanları ise İslam Dünyasıdır. Hasmın şahadeti ortadadır. . İsrail öldü! diyor Burg. Henüz haberi bize ulaşmadı ama ne yazık ki öldü. İsrail'in artık bir Yahudi ülkesi olmadığını söylüyor ve İsraillilere kendisinin yaptığı gibi ikinci bir ülkenin vatandaşlığını almalarını öğütlüyor. Kendisi de Fransız vatandaşlığı almış. Bu haber çok şey anlatıyor. Bu projenin baş kahramanı dünya sahnesine çıkarılmış 2007 model Sarkozy. Aynen daha önce çıkarılmış diğer figüranlar gibi.

Mesela: Che Guevara. Desek ki bu şahıs İsrail kasabı Ariel Şaron'un akrabasıdır ve Şaron da Che Guevara'nın dayısının oğlu. Che'nin annesi Rus asıllı Yahudi Celia de la Serna Arjantin'e göç eder ve ismini değiştirir.( Theodor Herzl'e bir Yahudi devleti'nin nerede kurulacağı sorusuna karşılık Herzl, iki öneride bulunur: Filistin yada Arjantin.) Arjantin�in başkenti Buenos Aires'te mühendis Ernosto Guevara Lynch ile evlenir. Bu evlilikten Che doğar. Che'nin annesi 1965 tarihinde ölürken bu aile sırrını Che'ye verir belgelerle. Che'nin dayısı SamuilFilistin�de hayatını sürdürmüş. Ayrıca Che'nin annesi Şaron'la birlikte yaşamıştır.


Che 1960'lı yıllarda İsrail'e sık sık gizlice isim değiştirerek giriyor. Ariel Şaron kontrolünde buradaki dinî Yahudi okullarında eğitim alıyor. Sonrası malum: Dünya sahnesi'ne çıkarılıyor. Tıpkı daha önce çıkarılan onlarca figüran gibi. Neyse dönelim filmin karesine: AB'nin iki lokomatif ülkesi: Almanya ve Fransa. Yahudiler AB'yi ele geçirme planlarında bir adım öndeler. Angela Merkel bir Yahudi. Papa Benedikt Yahudi. Sarkozy'de Yahudi. Yani 'Şeytan üçgeni' kuruldu. Haçlılar bundan rahatsız. Aralarında çetin bir mücadele başladı ve ileride sonuçlarını göreceğiz. Buraya bir not düşmek istiyorum:

Sarkozy'nin babası değil, annesi Yahudi'dir ve Yahudilik anneden geçer. Bilmeyenler varmış hâlâ. Dikkat edin: Sarkozy daha cumhurbaşkanı seçilir seçilmez .Akdeniz birliği projesi'ni sundu. Haydaa... AB'yi daha tam kuramadan Akdeniz bölge devletlerini birleştirecek ve lütfedip Türkiye'yi de bu birliğe önerecekmiş (!) Ben de diyorum ki: Sarkozy Bey! Akdeniz'in hakim ülkesi biziz. Böyle bir birlik kurulacaksa onu ancak biz kurarız. Lütfetme! Tabi bu işin sırrı da şu: Sunulan bu Akdeniz projesi, sekteye uğramış.

Büyük Ortadoğu projesi'nin farklı bir isim altında yeni sürümü; yani bir B PLANIbu proje. Tabii yersek... Sarkozy, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde tüm propagandasını Türkiye üzerine yaptı. Problemi Türkiye ile. Çünkü o da biliyor ki, Türkiye engellenmezse ahir zaman'da Dünya Hakim Devleti olacak. Şimdi gelelim göl kenarındaki malikanedeki muhabbete: Tarih:8. 08. 2007 Saat:15.00 suları Yer:Pensilvanya'da bir göl kenarı. Mike Appe'nin malikanesi

.

GÖL KENARINDAKİ BÖLGE WOLFEBORO`NUN GÖRÜNTÜLERİ

Cia ve Mossad kuş uçurtmuyor. Ama bizim kuş bir yolunu bulmuş ve içeri çoktan girmiş bile... Seçilmiş Şeytanîler ayinlerini yapıyor.

Sarkozy'ye Firavun3. Ramses ünvanı veriliyor. Gecede sapık bir ayin gerçekleştiriliyor. Kafası kesilmiş yeni doğmuş bir bebeğin kanı içiliyor. Tabi bütün bunlar Şeytanîler tarafındanbelli karelerle gizlice filme çekiliyor.İleride bir arıza çıkarılırsa şantaj amacıyla saklanacak. 3. Ramses Sarkozy'ye telkinler yapılıyor. Bu arada küçük bir ameliyat yapılacağı söyleniyor ve Sarkozy Avrupa'daki görevine hazırlanıyor. Yakında Paris gettoları yanar da isyan çıkarsa, yeni terör olayları Avrupa'da İslam ve göçmenler adına olursa şaşırmayın. Yakında Avrupa'nın kaynadığını görebiliriz. Burada yine AB hayranlarına küçük bir hatırlatma yapmak istiyorum: AB diye bir şey yok. Ne olduğu belirsiz projeler var. İngiltere pusuda. Herkes kendi oyununu oynuyor. Örneğin bir haberin analizi:- Rusya Gürcistan'a bomba atmış; ama patlamamış.

Gürcistan'ın ismi Corciya'dır.(Georgia). Ayrıca ABD'de bulunan Georgia eyaleti de ABD'ye ilk katılan koyu Hristiyan bir eyalettir. Gürcistan Kafkasya'nın barutu ve ajan yuvasıdır. - Bu arada Azerbaycan da Karabağ'ı geri almak için fırsat kolluyor. - Kafkasya kaynar kazan; adeta kıvılcım bekliyor. Yani Ortadoğu, Irak derken buralar unutuluyor. - Gürcistan; yani Corciya'da Şeytaniler ve Haçlılar projeler hazırlıyorlar. - ABD Kafkasya'ya adım atmak için burayı seçti. Rusya bu işe ne der; bunu da Stratejistler cevaplasın. Tüm bu yazdıklarım belki de bir masaldan ibaret. Bizden sadece anlatması. Ayrıca - 2. Abdülhamit'i tahtan indiren altı kişiden biri olan Emanuel Karasu kimdir? - Sarkozy ile akrabalığı ne boyuttadır. - Sarkozy'nin İstanbul'daki akrabaları kimlerdir. Araştırın ve bakın! Ne sürprizlerle karşılaşılacak...  

Oktan Keleş


ÇAĞIMIZIN FİRAVUNLARI




Bunları biliyor muydunuz? Bundan beş sene evvel Mısır Müzesi'nden Ramses'in mumya bölümünden sakalı çalınmıştı. Bu hadise Mısır içinde fazla büyütülmeden örtbas edilmişti. Fakat bir grup arkeoloji meraklısı bu işin peşini bırakmak istememişlerdi. Araştırmalar doğrultusunda Ramses'in sakalının izine Amerika'da rastlanılmıştı. Girişimlerde bulunuldu. Kamuoyu oluşturuldu sakalın iadesi için. Bu girişimler bildik yöntemlerle bastırıldı. Gruptan bazılarının başına görünmez kazalar geldi ve bu olay bir gündem oluşmasına fırsat verilmeden unutturuldu.

Geçen ayda, Amerika ve İngiltere medyası şu haberi geçti: Ramses'in sakalı Amerikalı yetkililerce Mısır hükümetine teslim edildi. Tabii buraya kadar insan düşünüyor: Neden Ramses'in mumyası veya müzede bulunan paha biçilmez eşyalar değil de bir tutam keçi sakalı çalınıp kaçırılıyordu? Kafamı kurcalayan bu hadiseyi, Amerikan ve İngiliz basınına yansımasını da fırsat bilip İlhami abi'ye sordum. Bana şunları anlattı: "Sakal İsraillilerin organizasyonu neticesinde çalınmıştı. Bu hadisenin meydana çıkması durumunda kamuoyuna basit bir tarihi eser hırsızlığı şeklinde lanse edilmesi planlanmıştı. Öylede oldu. Asıl maksat ise çok farklıydı. İsrailli bir iş adamı sakalı elde ettikten sonra Amerika'nın baş hahamının eline ulaştırıyor. O'da Pensilvanya'da göl kenarındaki bir malikânede bulunan Mossad güdümünde, İbrani asıllı fakat Amerikalı bir iş adamı hüviyetindeki şahsa teslim ediyor. Ondan sonra çok daha ilginç bir vaka yaşanıyor. Çünkü CIA ile MOSSAD bu keçisakalı için birbirine düşüyor. İkisi de kaçırılan sakalı eline geçirmek istiyor. Neden diye merak ediyorsunuz söyleyelim. Çünkü bu sakalla DNA deneyleri yapılıp, tıbben yeni bulunan teknikler ile hücre yapılarıyla RAMSES'in karakterinin ve fizyolojisinin analizi yapılıp kök hücreleri üretildi. Çok gizli bu deneylerin amacı bu çağda RAMSES'in özelliklerini taşıyacak bir firavunu dünya sahnesine çıkarmak. RAMSES'in yüz şekli, bugün arkeologların ve çeşitli güvenlik birimlerinin kullandığı yüze et giydirme tekniği ile çözüldü.

Kime benziyor diye aklına gelenlere bir cevap: Fransa'nın yeni Cumhurbaşkanı Sarkozy. O'nun hakkında ufak bir bilgi verelim dedi ve devam etti. Şeytani tarikatların başı olan şeytanilerin planları ile Dünya sahnesine çıkarılmış görevli adamlarıdır Sarkozy. Haçlılar yani haçlı koalisyonu panikte. İleride tasfiye edilemezse Avrupa'yı savaşın eşiğine getirecek adam. Görevi, birliği Vatikan'ın elinden almak. Sarkozy bir yahudidir. Hedeflerinden biri AB'yi saptırmak. ABD ve İsrail ile kendilerinin seçtikleri bazı ülkeleri birbirine kenetleyip, AB'yi bir Vatikan projesi olmaktan çıkartıp bir İsrail projesine dönüştürmek. Sarkozy Türk ve İslam düşmanıdır. Bu yüzden önce yapacağı iş entegreleri bozmaktır. Koyu bir AB taraftarı gibi davranıp emellerini gerçekleştirmek.'' dedi ve sustu. Aklıma Türkiye'deki AB yanlılarının acınası durumu geldi. Aynı zamanda Ramses'in keçisakalı konusu aklıma şu idrak çivilerini çaktı: "KIL TÜY deyip geçme. Allah bir sivrisineğin bile kanadını misal vermekten çekinmez buyruluyor Kuran-ı Kerim’de... İslam Alemi en ufak ayrıntıların dahi önemini kavramalı..."

Bu yazı çıkacak olan yeni kitabımdan bir alıntıdır. Bu arada sevgili dostum BAKİ GÜNAY'a bir ilk olan "Hazreti Hızır ve Hıdırellez" konulu sempozyumunu organize ettiği için, Bilim Sanat Felsefe (BSF) Akademisi'ne bizleri misafir ettiği için ve gelen herkese zahmetlerinden dolayı teşekkürlerimi bir borç bilirim. Üstad Mustafa Özdamar'a da aynı masada benimle bulunma tenezzülünden dolayı teşekkür ediyorum.

 

Oktan Keleş



sarkozy'nin omuzundaki çocuk kim




Daha önce " Avrupa'nın  Yeni Firavunu  Sarkozy" yazımda Sarkozy'nin III.Ramses ünvanı aldığını ve Pensilvanya'da, bir göl kenarındaki malikanede kimler ile görüşüp hangi ayinleri yaptığını yazmıştık. Bu yazılara  fantazi gözüyle bakanlar  aylar sonra Sarkozy'nin Pensilvanya'da, bir göl kenarında Yahudi işadamının  malikanesinde tatil amaçlı gittiğini duyunca başta Fransız gizli teşkilatı ve Fransa hükümeti olmak üzere tüm dünya çok şaşırmıştı. Oysa biz bunları aylar önce katılmış olduğum TV programıda dahil olmak üzere deşifre etmiştik. Daha sonra ulusal basında bu  yazılar yankı buldu. Ramses ile Sarkozy arasında ilişki kuramayanlar geçen hafta bir baktılar ki III.Ramses Sarkozy,  Ramses'in mezarını Mısır'da ziyaret ediyor.

Yetmiyor bir başka şey daha meydana çıkıyor. Dünya medyasında II Ramses'in mezarını Sarkozy ve Fransız devletinin yaptırdığı ortaya çıkıyor.  Mısır'daki Krallar Vadisinde gizli bir ayin yapılıyor.  Bu ayine İsrailli yahudi şeytanilerde katılıyor. Görüntülemek isteyen gazetecilere kameralar önünde hakaret ederek korumaları tarafından uzaklaştırılıyor. III.Ramses meselesine fantazi diye bakanlar şöyle diyorlar: Vay be !!

Hazır gündemdeyken bir fantazi daha söyleyeyim  tamamlansın. Sarkozy' nin sırtındaki çocuk şeytaniler tarafından seçilen çocuklardan birisidir. Yeni Dünya Düzeni krallığı için yetiştirilen çocuklardan biri. Çocuğun  bir eli neden sarılı? Yahudiler ve haçlılar için önemli olan tarihi Petra Tapınağı'nın çıkışında bu çocuğu omuzuna alarak acaba ne mesajı veriyor? Fantazi severlere bir bulmaca.

 

Çocuğun eli neden sarılı sorusuna gelince, acaba "melâmi savaşları" kitabında yazdığım gibi bu çocukların ellerinin ve derilerinin altına yüzlerce volta dayanıklı özel ameliyat ve operasyonlarla nesneler mi yerleştirdiler?  Bu da sadece fantazi. Bu konuları "melâmi savaşları"ında ve bazı röportajlarda birkaç   kez anlattığım  için çokca vaktinizi almak istemiyorum. Sarkozy göreve yeni başladı. (Malum göreve) Bu arada Vatikan'da çatırdadı. Bende yeni fantaziler yazmak  için III. Ramses Sarkozy'yi  izlemeye devam  edeceğim. Film bitene kadar hep beraberiz merak etmeyin.

muhabbet sevgilinin arzu ve emirlerine uymaktır...




Muhabbet, sevgilinin arzu ve emirlerine uymaktır.” Ebu Ali Rudbarî (k.s


muhabbet...





Muhabbet, kalpte sevgilinin muhabbetinden başka bütün muhabbetleri söküp atmaktır.” Muhammed b. Fadl (k.s

HZ.PEYGAMBERİN YETİMLERE MERHAMETİ

Rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber (s.a.v), yetim olarak büyüdüğü için, bunun ne kadar acı ve zor olduğunu biliyordu. Bu nedenle yetimlere apayrı bir merhamet ve şefkatı vardı. Hz. Peygamber (s.a.v) yetimlere olan merhametinden dolayı, onlara ayrı bir ilgi gösterir, onları yalnız bırakmaz, ihtiyaçlarını karşılar, devamlı olarak onları korur, haksızlığa uğradıkları zaman haklarını arardı.

Ebû Cehil, bir yetimin vasisiydi. Çocuğun bütün malı yanındaydı, fakat ona hiçbir şey vermiyordu.

Bir gün çocuk aç ve çıplak olarak geldi, malından bir şey istedi. Ebû Cehil, azarlayarak yanından kovdu. Sonra da Kureyş’in ileri gelenleri çocukla alay ederek,

“Muhammed’e git de, sana yardımcı olsun” dediler.

Onların bu kötü niyetini anlamayan saf ve masum çocuk doğruca Hz. Peygamber’e gitti. Halini arz etti. Hz. Peygamber (sçaçv) çocuğu yanına alarak Ebû Cehil’in bulunduğu yere geldi. Yetimin hakkını vermesini söyledi. Hz. Peygamber’i (s.a.v) karşısında gören Ebû Cehil hiç itiraz etmeden yetimin malını iade etti.

Ebû Cehil’in bu uysallığını gören müşrikler,

“Sen de sapıttın, Muhammed gibi çocuklaştın” diye onu küçümsediler.

Ebû Cehil tuhaf bir haldeydi. Onlara şöyle dedi:

“Hayır, siz de benim yerimde olsaydınız, aynı şeyi yapardınız. Çünkü onun sağında ve solunda birer mızrak gördüm. Vermeyecek olsam bana saplanacaktı.”

Hz. Peygamber (s.a.v) bir bayram namazından sonra mescitten çıktığında, çocukların neşe ve sevinç içinde oynadıklarını gördü. Bir duvarın dibinde de perişan kılıklı ve üzüntülü bir çocuk ağlayıp duruyordu. Doğruca onun yanına vardı.

“Yavrum, neyin var, niçin böyle üzgün duruyorsun? Arkadaşlarınla birlikte niçin oynamıyorsun?”

Çocuk bir yetimdi. Babası Uhud savaşında şehit olmuştu. Annesi de başka biriyle evlenince çocuk sahipsiz kalmıştı. Allah Resûlü çocuğun elinden tuttu. Başını okşadı, gönlünü aldı. Sevindirici bir haber verdi:

“Neden ağlıyorsun? Ben baban, Âişe annen, Fatıma kardeşin olsun, istemez misin?”

Çocuk sevincinden uçacak gibiydi. Heyecanla,

“Nasıl razı olmam, ya Resûlullah?” diyebildi.

Allah Resûlü (s.a.v) ismini sordu:

“Buceyr” dedi.

“Hayır, senin ismin Beşir olsun” buyurdu.

Hz. Peygamber (s.a.v) çocuğu aldı, evine götürdü. Yedirip içirdi, üstünü başını giydirdi.

Çocuk sevinerek oynayan çocukların arasına karışmak üzere sokağa çıktı.

Neden sevinmeyecekti? Babasının yerine geçen insan, bütün babaların en hayırlısıydı.

Arkadaşları Beşir’in halindeki değişikliği görünce etrafına toplandılar. Merakla sordular:

“Sen daha önce ağlayıp duruyordun. Şimdi nasıl oldun da bu hale geldin?” Beşir cevap verdi:

“Açtım, doydum; çıplaktım, giyindim; yetimdim, Resûlullah babam, Âişe annem, Fatıma kardeşim oldu.”

Bunun üzerine diğer çocuklar Beşir’e gıpta ederek şöyle dediler:

“Ne olaydı, keşke bizim de babalarımız Uhud’da şehit olaydı da, biz de öyle bahtiyar bir babaya kavuşmuş olaydık.”

Hz. Peygamber’in evinden yetim eksik olmazdı. O (s.a.v) şöyle buyururdu:

“Müslümanlar içinde en hayırlı ev kendisine iyilik yapılan bir yetimin bulunduğu evdir. Müslümanlar içinde en kötü ev de kendisine kötülük yapılan bir yetimin bulunduğu evdir.”
Allah Resûlü (s.a.v), Hz. Hatice ile evlendiğinde, Hatice annemizin ölen kocasından Hind isminde bir erkek çocuğu vardı. Hz. Peygamber (s.a.v) ona kendi öz çocuğu gibi bakmış ve yetiştirmişti.

Yine Hz. Peygamber (s.a.v) Ümmü Seleme ile evlendiğinde, beraberinde dört yetimi vardı. Hz. Peygamber (s.a.v) ona, beraberinde yetim çocukların bulunmasının evlenmesine bir engel olmayacağını söyledi ve öylece kabul etti.

Kaynak: Edep Yâ Hû /Allah Dostlarının Örnek Âhlakı, 1/136.

istanbul ve aşk...





Bu İstanbul şehri aşkın has bahçesi olmalı diye düşündü içinden.
Burada aşk sıradan bir şey olmaktan çıkıyor
, hayatın ta kendisi oluyordu
İstanbul ile Aşk
Birbirine en ziyade yakışan iki kelime

İskender Pala



devr-i saadet ...

Selâm"dan "günaydın"a
Kanunî devrinin kudretli şairlerinden Fuzûlî'nin, "Selâm verdim, rüşvet değildir deyü, almadılar/ Hüküm gösterdim, yararsızdır deyü, mültefit olmadılar" (önemsemediler) mısralarını da içeren meşhur "Şikâyetnâme"sini hatırlarsınız sanırım.

Kanuni döneminde değil, ama çok sonraki cumhuriyet döneminde, gerçekten de devlet memurları verilen selâmı almıyor (belki içlerinden alıyorlardı), üstelik selâm vereni adam yerine saymıyor, işini görmemek için çeşitli bahaneler uyduruyorlardı.
Çünkü bir emirle "Allah'ın selâmı" gitmiş, yerine, daha önceki yazımda belirttiğim gibi, "günaydın-tünaydın" gelmişti.
Ama tabii halk eski alışkanlığını sürdürüyor, alışageldiği selâmda ısrar ediyordu. Aslına bakarsanız "yeni selâm"a ısınamamış, ısınamadığı için de ezberleyememişti. Rahmetli babamdan dinlediğime göre, "günaydın" kelimesini bir türlü hatırlayamayanlar, kelimeyi elli çeşit kalıba sokuyor, aklına ne gelirse söylüyordu.
Kimi "hava aydın", kimi "selâm aydın", kimi "gözün aydın" diyordu.
Arada alışkanlıkla Allah'ın selâmını verenler de çıkıyordu, ama o zaman memurların yüzü ekşiyor, selâm vereni azarlıyor, "Burası devlet dairesi" falan gibi sözlerle ürkütmeye çalışıyor, bu arada âmirleri tarafından görülüp görülmediğini araştırıyor, ancak görülmediğine kanaat getirdikten sonra, verilen selâmı sessizce alıyordu...
Ne de olsa memurlar da bu kültürün çocuklarıydı, muhtemelen onların da içleri kan ağlıyordu.
Fakat devir herkesin bir birinden korktuğu, bir birinden kuşkulandığı bir devirdi. "Hükümetin kolu uzundur, her yere ulaşır" sözü, ürküntünün boyutlarını gösteriyordu.
İddiaya göre üç kişiden biri "hafiye" (sivil polis), iki kişiden biri de "ispiyon"du!
Selâm şeklinin üstüne neden bu kadar gidildi, bilmiyorum (ezan şeklinin üstüne de gidilmişti), ama bir ara muhtarlarla imamların karakola çekildiğini, "günaydın-tünaydın" ayarı çekildiğini, "yeni selâm"ı halka öğretmeleri için baskı yapıldığını, ancak bunun bile pek bir işe yaramadığını biliyorum.
Yaşlılar acı acı gülerek anlatırlardı.
Yine de halk bildiğini okumuştu. Belki de "yeni selâm"ı bir nevi protesto ediyorlardı.
Çünkü onlar sonuçta Osmanlı kültüründen geliyordu.
Osmanlı'nın hayatı duadır! Selâm, fenalıklardan uzak kalınması ve hayatın uzun olması anlamında bir dua olduğuna göre de, Osmanlı'nın hayatı bir nevi selâmdır diyebiliriz...
Selâm, Osmanlı toplumuna öylesine hâkimdir ki, ölülere, hayvanlara, bitkilere, camilere ve hatta boş evlere mahsus selâmlama usulleri bile vardır...
Osmanlı insanı yolda karşılaştığı birine (Müslüman olup olmadığına bakmaksızın) selâm verir, barış huzur ve esenlik dilerdi.
Bunu yalnızca sözle yapmaz, beden dilini de kullanırdı. Bir elini "muhabbetin yüreğimde" anlamında göğsüne bastırır, sonra "yâdın dilimde" anlamında dudaklarına değdirir, oradan da "başımın üstünde yerin var" anlamında başına koyardı.
Bu selâmlaşma usulüne "temenna" denirdi.
Birinin yanından temennasız geçip gitmek, bir topluluğa selâmsız dâhil olmak son derece yadırganan bir durumdu. Osmanlı toplumunda böyle bir duruma şahit olmak hemen hemen imkânsızdı.
Avrupalı gezginlerden Guer şöyle diyor:
"Türklerin pek mükemmel görgü kuralları vardır. Hepsine can-ı gönülden riâyet ederler. Birbirleriyle karşılaştıklarında sağ ellerini göğüslerine götürmek suretiyle selâmlaşırlar. Muhataplarına, müjdeleyici bir surette, yani rütbe ve mevkilerine göre paşa, ağabey ve sultan gibi vasıflarıyla hitap ederler."
Brayer, hayranlıkla aynı hususiyeti dillendiriyor:
"Diyebilirim ki Osmanlıların ahlâkî hususiyetleri, insanı âdeta teshîr eder (büyüler). Yürüyüşlerinin serbestlik ve ihtişamı, misafir kabullerindeki güler yüzlülükleri ve nihayet selâmlığa girip çıkarken riayet ettikleri teşrîfat kurallarının zarafeti karşısında hayran olmamak elde değildir."
Kısacası Sünnet Medeniyeti'nin çocukları sünnet çerçeveli bir hayat yaşarlardı.
Her işe, "Bismillah" eşliğinde başlar, "Tevekkeltü Alellah" ile devam ederlerdi...
Kızınca bağırıp çığırmaz, için için, "Lâ havle" çekerlerdi. Hayrete düşünce, "Hay Allah!", "Lailahe İllaüllah" veya "Allah Allah"; hayretleri biraz daha derinleşmişse, "Fesübhanallâh!", haksızlığa uğramışlarsa "Hasbünallâh! (ve ni'mel-vekîl), gözleri yılarsa "Neuzubillah!" derlerdi.
Tüm olumsuzlukları "Tövbe estağfurullah" diye tövbe ile göğüslerlerdi...
Bedduaları bile dua kokuluydu: "Hay Allâh ıslah etsin!" ya da, "Allah iyiliğini versin!", bilemediniz, "Allah bildiği gibi yapsın" diyerek muhataplarını Allah'a havale ederlerdi.
Bir haksızlığa uğradıklarında, "Yâ sabır!" çekerlerdi...
Tekke ve zâviyelerinin duvarlarında "Bu da geçer ya hû!", "Vazgeç ya hû!", "Hoş gör ya hû!" şeklinde ikaz levhalar asılıydı.
Ticarethanelerin duvarlarını "Errizku Alellah" âyeti süslerdi...
Çünkü onlar "Devr-i Saâdet yürekli" insanlardı.

Yavuz Bahadıroğlu

29 Ocak 2012 Pazar

mukaddesat sömürücüleri

Mukaddesat Sömürücüleri
Allah'ın rızasını kazanmak için ihlâs ve samimiyetle ibadet eden, hayır hasenat yapan, dinî hizmet ve faaliyetlerde bulunan her meşrepten bütün Müslümanları hürmetle selamlıyor, büyük küçük ellerinden öpüyor, dualarını bekliyor, onlara karşı kusurlarım olmuşsa bağışlamalarını diliyorum.
Aşağıdaki satırlar onlara değildir, kendilerini tenzih ediyorum.
Şimdi sadede gelelim:
Dinî hizmet ve faaliyetleri benliklerine, prestijlerine, zengin olmaya, voli vurmaya, köşeyi dönmeye, ün ve alkış kazanmaya, bozuk ve sapık düzenin haram rantlarını yemeye alet edenler vardır. Onların bu dine, bu ümmete verdiği zarar azılı, militan, agresif, amansız kafirlerin verdiklerinden daha fazla ve ağırdır.
Dini, Kur'anı, imanı, Şeriatı ucuz veya pahalıya satanlardan daha alçak kim olabilir?
Bu imana, bu dine, bu Kur'ana nasıl hizmet edileceğini Resûl-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya Efendimiz göstermiştir.

Ashab-ı Kiram radiyallahu anhüm ecmâîn onun yolundan gitmiştir. Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiîn efendilerimiz o yolda azimle ve istikametle yürümüştür.
Asrımıza kadar karnen ba'de karnin din eimmesi, gerçek ulema, gerçek fukaha, gerçek müfessirler ve muhaddisler, gerçek hizmetkarlar, gerçek meşayih ve mürşidler, Ehl-i Beyt-i Mustafa hep Peygamber yolundan yürümüşlerdir.
Onlar dini, imanı, Kur'anı, Şeriatı ticarete, benliğe, dünya çıkarlarına alet etmemişler, vasıta kılmamışlardır.
İcabında kırbaçlanmışlar, zindana atılmışlar, öldürülmüşlerdir ama doğru yoldan, hak metottan inhiraf etmemişlerdir (sapmamışlardır).
Bugün bazı sefiller dini, imanı, mukaddesat-ı islamiyeyi, Şeriat-ı garra-i Ahmediyeyyeyi sömürmektedir.
Onların yaptığı hizmet değil, sebeb-i hezimettir.
İhlasla kılınmayan namazın Allah katında makbul olmayacağına dair kesin haberler vardır.
Diğer ibadetler de böyledir.
Allah rızası için değil de, halka kendisi için bu ne hayırsever zenginmiş dedirtmek için hayır hasenat yapanların Cehenneme atılacağını Resulullah bildirmiştir.
Dinimizin temel farzlarından biri de istikamettir yani doğruluk ve dürüstlüktür.
Hayber gazvesinde bir çift ganimet ayakkabıyı alıp gizleyen sonra çarpışmada öldürülen kimsenin cenaze namazını Resûl-i Zişan Efendimiz kılmamıştır.
Riba alıp verenler ateştedir.
Zekatları, Kur'ana Sünnete ve Şeriata aykırı olarak toplayan ve sarf edenler haindir, merduttur.
İslam dininin yeminlerle ilgili hükümlerini çiğneyenlerin vebali büyüktür.
Haram yiyenlerin dünyada ve ahirette rezil ü rüsvay olacağı bildirilmiştir.
Müslüman, Kur'ana Sünnete Şeriata aykırı bir kötülük görürse, gücü yetiyorsa eliyle fiilen, buna gücü yetmiyorsa diliyle kalemiyle, buna da iktidarı yoksa kalbiyle buğz ederek o kötülüğe karşı gelir. Bu sonuncusu, yani kalbiyle buğz etmek imanın asgarîsidir buyurmuştur Resulullah.
Zulüm ve haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.
Zulüm ve haksızlığı alkışlayan yağcılar ve yalakalar denî, sefil insanlardır.
Elde fırsat ve imkan varken Müslümanların birleşmesi, tek bir Ümmet haline gelmesi, başlarına ehil ve layık bir İmam-ı Kebir seçmeleri için çalışmayanlar derin bir gaflet içindedir.
En büyük fitne ve fesat, imkan olduğu halde marufla emr etmemek ve münkerden nehy etmemektir.
Bilen Müslümanlar, bilmeyen Müslümanları bilgilendirmez, aydınlatmaz, uyarmazsa vazifelerini yapmamış olurlar.
Başlarındaki ruhbanları erbab haline getirenler, mâsum görenler açık bir sapma içindedir.
Kur'ana göre Allah katında üstünlük ancak taqva iledir. Taqvanın yerine cemaat intisabını koyanlar büyük yanılgı içindedir.
Emanetleri ehil olanlara değil de, "bizden olanlara" verenler hem dine, hem mülke zarar veriyor, darbe vuruyorlar.
Beş vakit namazda camilerin erkeklerle dolu olması gerekir, kadınlarla değil!
Resulullah'ın (Salat ve selam olsun ona) mütevatir, mânen mütevatir, sahih hadislerini inkar, red ve tekzib edenler hak yoldan çıkmıştır.
Kur'an ayetleri ve Peygamber Sünneti, AB'nin ve Feminizm ideolojisinin normlarına, değerlerine, kriterlerine göre ayarlanamaz, ayıklanamaz, yorumlanamaz. Böyle yapanlar haindir.
Bütün İslamî hizmetlerin, faaliyetlerin, lisan, beden, mal ile yapılan ibadetlerin ihlas ile yapılması gerektir.
Din ticareti ticaretlerin en kötüsüdür.
Ribayla, rüşvetle, haram yol ve metotlarla, ihalelere fesat karıştırılarak, gayr-i meşru komisyonlar alarak elde edilen bütün servetler cehennemî servetlerdir.
Fa'tebirû yâ ulü'l-ebsar!..
* (İkinci yazı)
Adalet İslam'ın Diğer Şartlarındandır
ALLAH biz mü'min kullarına adaleti emr ediyor.
İslam'ın, bildiğimiz beş temel şartından başka şartları da vardır, adalet bunlardan biridir.
Adalet Kur'anla, Sünnetle, icmâ-i ümmetle sâbittir.
İslam adaleti emr etmiyor diyen dinden çıkar, kafir-mürted olur.
İslam'da, amaca ulaşmak için her vasıta mübah değildir.
Müslüman namazını kılar, orucunu tutar, zekatını (dosdoğru) verir, diğer farzları eda eder, Peygamberin Sünnetine ve ahlakına yapışır ve Allah'ın fazlını, nasrını, tevfiqini bekler. Allah doğru kullarına yardım edeceğine dair vaatte bulunmuştur.
İslamî hizmetler ve faaliyetler zulümle birlikte yapılmaz.
Beş vakit namaza ve cemaate önem vermemek, bunları ya terk etmek, yahut hafife almak bir zulümdür.
Kur'an zekatın kimlere, nasıl verileceğini beyan etmiştir. Zekatlar tüzel kişilere yani derneklere, vakıflara, cemaatlere, tarikatlara verilmez. Öncelikle Müslüman fakirlerin ve Müslüman miskinlerin hakkı olan zekatları fıkha ve Şeriata aykırı olarak toplayanlar ve sarf edenler zalimdir.
Müslümanların birlik ve beraberlik içinde bir Ümmet çatısı altında toplanmaları farzdır. Birlik ve beraberliği bozanlar zalimdir.
Mü'minlerin birbirlerini sevmeleri, hayırlı işlerde birbirlerine yardımcı olmaları farzdır. Mü'min kardeşine düşmanlık eden zalimdir.
Kur'an mü'minlerin kafirleri dost ve velî edinmesini yasak kılmıştır. Sâlih Müslümanları bırakıp da küffarla işbirliği yapanlar hain ve zalimdir.
Resulullah Efenhdimiz (Salat ve selam olsun ona) "Mazlum olsun, zalim olsun Müslüman kardeşine yardım et" buyurmuşlar, Ashab mazluma (zulme uğrayana) yardımı anladık da zalime yardım nasıl olur diye sorunca "Elini onun eli üzerine koyarsın" (yani zulmüne mani olursun) cevabını vermişlerdir.
Müslüman kin tutmaz, Müslüman intikam almaz.
Kimde kin varsa onda din yoktur.
Afv ahsen-i intikamdır.
Arıların, karıncaların bile başkanları varken, Müslümanların İmam-ı Kebirsiz, Emîrsiz olmaları reva-i hak mıdır, caiz midir?
Emanetleri ehliyetsizlere vermek büyük bir adaletsizlik, büyük bir zulümdür.
Fırka, hizip, cemaat holiganlığı yapmak zulümdür.
Mü'minleri bizden olanlar, bizden olmayanlar diye ayırmak büyük bir yanlıştır.
Ümmet-i Muhammed sarsılmaz bir birlik içinde çeşitlilikler arz eder.
İslamdan başka hak din vardır demek büyük bir zulümdür. Böyle söyleyenler öncelikle kendilerine zulm etmiş olur. Çünkü bu inanç onları manevî bir felakete sürükler.
Kandırdıkları Müslümanların veballeri de onlar üzerinedir.
Kur'ana uymayanlar, Peygamberin yolundan gitmeyenler, Şeriata aykırı işler edenler kendilerine büyük zulm etmiş olur.
Allah adaleti sever.
Allah zulmü ve zalimleri sevmez.
Allah, Müslümanların, işleri ehil ve mu'temen kişilerle istişare ederek halletmelerini ister.
Akıllı ve olgun Müslüman riyasete talip olmaz.
Matlup olursa, ehil değilse kabul etmez.
Nefs-i emmarelerinin esiri olanlar, hem kendilerine, hem Ümmete zulm eder. Kur'ana kulak ver, "Hiç şüphe yok ki, Allah adaleti ve ihsanı emr ediyor" buyruluyor.

M.Ş.Eygi

bir yıkamalık elbiseler günümüz kutlu olmasın!

14 şubat aşkımıza veda en güzel hediyedir ona…


Yine bir 14 Şubat görünüyor ufukta. Mağazalar, kabaran iştahlarını göstermekte çekinmeksizin asıyorlar afişlerini, her bir yana. Umurlarında mı! idam sehpasında tek bir vuruşla düşürecek oldukları millet ahlakı. Herkes cebine giren kirli paraların peşine düşmüş sonuçta!

Maddiyatın, maneviyatı en son süratle solda bırakarak geçip gittiği gelişen dünyada. Evet ne de çok geliştik değil mi ama. Bugün genç kızlarımızın ,sevgilim yok demeye dilleri varamayacak kadar geliştik. Erkek arkadaşı-kız arkadaşı olmayan gençlerin bir suçlulukla başı önde eğik gezdiği sokakların siyaha çalan yalancı ışığında geliştik. Sevgilisi olmayanın utanç dolu bakışlar altında ezildiği ,son dönem insanlığa inat geliştik ya , helal olsun bizlere.

Ne günlerdi o günler, hani öyle çok seneler öncesinden de bahsetmiyorum.Sevgili kavramı ne de utanç vericiydi.Evleneceksen helalinden takardın yüzüğü , başlardın hazırlıklara. Ya şimdi moda değişti hemde en hızlısından ,hani uzay çağındayız ya ondan olsa gerek. Peki islam, din, emirler ne diyordu. Olur mu ya Allah affederdi. Sonuçta seviyorlardı birbirlerini ya.İki günlüğe paketlenmiş bir sevgide olsa!!

Sevmek, artık anlamını çoktan yitirmiş olan, o eskiden kutsal ama şimdilerde sızım sızım sızısından insanlardan uzaklaşan. Elbise değiştiriyor gibi sürekli sevgili değiştirmek, buysa şimdi sevgi anlayışı , değiştirsin bütün sözlükler, sevgi’deki manasını. Yakılsın sevgiye dair ne varsa , eskiye saygı olsun demi en azından.

Hani dedik ya uzay çağındayız diye , çağ hakkını ne de güzel veriyor . İki sevgiliyi birden idare ettiğini , sanki matematik sınavından 100 üzerinden 100 almış başarı abidesi tadında anlatan kıza mı, yoksa sevgilisi yok demesinler diye zihnini arama bulma çalışmaları için soluksuzca çalıştıran kıza mı? Tebriklerimi sunmalıyım evet başardınız diye. Yoksa onları bu hale getirmeyi sistemlice planlayıp, uygulayan ve neticeyi kahkahaların doldurduğu utanç odalarında , utanmadan izleyenlerimi.

Ya aileler size ne oldu ne kadar da çabuk unuttunuz herşeyi. Geçenlerde mahallede komşu teyzeler konuşurken duymuşlar . Ah edip , dert yanıyormuş teyze ,kızının sevgilisinin olmayışından. Ah ne günlere kaldık . Pastaneye gidip , oturup soğuk meşrubatını yudumlayacak ve iki gün sonra terkedecek bir sevgilisi dahi yok ne acı. Zihinler fakirleştikçe , kalpler sevgili zenginliğine kavuşuyor ne mutlu bizlere.

Durumu daha da içler acısı yapan ise arada tek-tük kalmış sadık kalplerin kırıkları. Hani yıllarca lise aşkını kalbinde büyütmüş, kimseciklere diyememiş. Ve kaderin bir cilvesi olarak karşılaşınca, usulca açıveren yüreğini , hislerinin utancı altında ezilen ,masum yürekler. İşte tam burda filmin en damar sahnesi vuku bulurya. Kızcağız yıllardır içinde saklar masumca ama kimdir ki onu anlayıp hakedecek.Bir tek cümleye sığdırır yıllarca saklanan aşkı ve yakıp yıkar temiz duyguları. Herşey o kadar basite indirgenmiştir ki asıl kendi yüreği diplerde olanlar masum ve gerçek aşkı değersiz sanırlar.

Hani diyorum bari bu 14 şubatta dur desek.Yanlış davranışlar , hepimizin hayatında mesafe aldı .Ama fırsat bilsek bu 14 şubatı elini tuttuğumuz haram yalanlardan vazgeçme günü ilan etsek. Ve tövbeler dökülse en samimisinden, saklasak yüreklerimizi helalimize. Hiçbirşey için geç değil. Sen sevgilisi olmayan genç kaldır başını, ger göğsünü ve geç fırsatçı alışveriş merkezlerinin önünden haklı gururunun sana verdiği övünçle.

Son bir damla kaldı...Sevdaya, aşka dair...hadi o ölmeden saklayalım aşkımızı tek bir yürek için...kalp kalp gezmeden ulaşalım kaderimize..



Elif Zeynep Çiftçi



yokluğun...


Büzülüp kalmıştım yokluğunun başucuna..
Yağmur yağıyordu
canımı acıtarak.."

Ibrahim Tenekeci

en hassas terazi




Ahlakın yanına nezaketi,
Maneviyatın yanına samimiyeti
Koyabildik mi?
Bu dünyadaki en hassas terazi,
İnsanın içidir.."



| İbrahim Tenekeci




faydalı olanı tercih et





Öğrenmenin sınırı yoktur,ömür ise kısadır.Onun için sen dinine faydalı olanı tercih et,diğerlerini bırak.
Selman-ı Farisi

gülümseme...



Gülümseme yüzün zekatıdır
Sezai Karakoç

bal yiyen...



Bal yiyen arısından gocunmaz.
mevlana(ks)

Allah için görüşünüz...

Bizim sizden ricamız şudur:Allah için alalım ,Allah için verelim ,Allah için çalışalım,Allah için yola gidelim.
Gavs-ı Sani(ks)


Ey insanlar! Fâni, kısa, faydasız ömrünüzü bâki, uzun, faydalı, meyvedar yapmak ister misiniz? Madem istemek insaniyetin iktizasıdır; Bâkî-i Hakikînin yoluna sarf ediniz. Çünkü Bâkîye müteveccih olan şey, bekanın cilvesine mazhar olur.


Madem her insan gayet şiddetli bir surette uzun bir ömür ister, bekaya âşıktır. Ve madem bu fâni ömrü bâki ömre tebdil eden bir çare var ve mânen çok uzun bir ömür hükmüne geçirmek mümkündür. Elbette, insaniyeti sukut etmemiş bir insan, o çareyi arayacak ve o imkânı bilfiile çevirmeye çalışacak ve tevfik-i hareket edecek.
İşte o çare budur: Allah için işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız. Lillâh, livechillâh, lieclillâh rızası dairesinde hareket ediniz. O vakit sizin ömrünüzün dakikaları, seneler hükmüne geçer.
3.lema

şöhret ayn-ı riyadır.

Şöhret peşinde koşma ,zira şöhret afettir.Hiçbir mevkiye göz dikme!
Seyyid Abdurrahman Tahi(ks)

Şöhret ayn-ı riyâdır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır. İnsanı, insanlara abd ve köle yapar. Yani, nâm ve şöhret isteyen adam, halklara kendini beğendirmek, sevdirmek için, insanlara riyâkârlık, dalkavukluk yapar. Tasannûkâr tavırlar takınır. O belâ ve musîbete düşersen, de."

Bediüzzaman(ra)

incitme gönül yıkma

edeblerin başı


 


 
Edeplerin başı dili gözetmektir.Düşünerek konuşan adamın sözü sözün iyisidir.Agzın ve dilin ziyneti doğru sözdür.Doğru söz bal yalan söz soğan gibidir.Soğan yiyip ağzı acılandırma,bal ye .Yalan söz hastalık doğru söz şifa gibidir..Sözü düşünerek söyle acele etme ,sözünü saklaki sonra başını saklamayasın.
Edib Ahmed.

kutadgu bilig'den

Sözüne dikkat et başın gitmesin, dilini tut dişin
kırılmasın. Söz bilerek söylenirse bilgi sayılır; bilgisizin sözü kendi başını
yer. Çok sözden fayda görmedim, ama söylemek de faydasız değildir.
Dilini iyi gözet başın gözetilmiş olur; sözünü kısa kes ömrün uzun olur.
İnsan iki şey ile kendisini ihtiyarlamaktan kurtarır. Biri iyi iş, diğeri iyi
söz. Kendine ölümsüz bir hayat dilersen, ey hakîm, işin ve sözün iyi olsun

28 Ocak 2012 Cumartesi

ömür gidiyor



Ömrümüzden bir saat daha ölüme gitti.Gün üzerinde bir hakimiyetimiz yok ,onu tutamıyoruz.
İbn.Ebcer(ks)

ö.asaf'tan





''Onun güzelliğini herkes görüyorsa o bence az güzeldir. Herkes biliyorsa o bence hiç güzel değildir. Onun güzelliğini yalnız ben görüyorsam bu sevgidir. Yalnız ben biliyorsam bu aşktır. Hiç kimse görmüyorsa bu yalnızlıktır''

Özdemir Asaf

BOMBOŞ...





Tek kişilik miydi ki bu şehir, sen gidince bomboş kaldı..."

Özdemir Asaf

SEN İSTANBUL KOKARDIN



Martıların gözlerinden dinledim
İstanbul'un boğazı yanmış dün gece
Yıldızlar şahitlik etmiş, güya suçlu benmişim
Oysa can, yemin olsun yanağımdan süzülen denize
Ben bu şehre yüreğimi içirmedim
Göklerden hicran yağdı, İstanbul'lu bir geceydi
Yere düşen her damlanın yüreğinde sen vardın
İsmin dudaklarımda idamlık bilmeceydi
Yalansa kahrolayım, sen İstanbul kokardın
SERDAR TUNCER

ALLAH'IM BUDUR SENDEN NİYAZIM.







Gökler yeryüzünü teslim almış... Kuşlar birazdan çıkagelirler. İhtiyarlar eskiden tedbirliydiler. Babaannem, hatırlarım, birkaç ekmek kırıntısını camın kenarına koyardı nasibi olan kuşlar gelsin, yesin diye. Bazıları da avuç avuç buğday serperdi karların üstüne. Kurda kuşa merhametti bu. Bu dünya Rahman’ındı. Onlar, her şeyi O'ndan bilirlerdi. Onun içindi ki, yaptıklarını da büyük bir sadelik için...de yaparlardı.
Allah’ım! Yeryüzünü beyaza boyadığın gibi, içimizi de o renge boya. Çocuklarımızın o saf dünyasına bizi de misafir et. Onların neşesini bize de duyur, bize de hissettir.
Çocuklar kendi dünyalarının rengini buldukları için karı severler.

Kar beyaz olduğu için değil, onların iç dünyaları da bembeyaz olduğu için karı severler...

Hiç el değmemiş bir kar tanesinin üzerine elinizi değdirin. Sonra yüzünüzü gökyüzüne doğru çevirin. İçinizden geçen en güzel bir dilek ve duâyı Rabbimize gönderin. Tam sırasıdır. Size ait, size mahsus kelimelerle.

Dua etmek için diri bir kalp gerek. Duâ etmek için temiz bir yürek gerek. Toprak tohuma kavuştuğunda nasıl duâ ederse, su toprakla buluştuğunda nasıl duâ ederse, hayat, baştan sona böyle bir duâdır. Her şey duâ ile başlar, duâ ile biter. Bilsek de, bilmesek de...

Kaldırılmadan yeryüzünden gökyüzünün o bembeyaz misafirleri, elimizi üzerine koyup duâlar edelim. Rabbimizden bereketli ömürler dileyelim…

***
Ellerim karların üzerinde.
Güneş de vurmuş üzerime.
Ellerim ki bin bir günaha batmış, beyazını arıyor…
İlk günkü hâlini arıyor karlar üzerinde.
Eksikliğini hissettiğim şeyler çok, pek çok… Erişmek istediğim ufuklar da şimdi çok uzak… Gayrı affına sığınırım, başka yok yapacak. İlk günahın tövbesinde bir yansam, bir yansam. Ve affolunsam, bağışlansam.
Allah’ım, budur Senden niyazım…

Selim Gündüzalp

SAADETİN KAYNAĞI ...




Saadeti ihtiraslarda değil, kendi kalbinizde arayın. Saadetin kaynağı dışımızda değil, içimizdedir.

Tolstoy


YA RABBİ!






Yâ Rabbî! Kalbimdeki en tatlı hâl, rahmetinden ümitli olmamdır.

Dilimdeki en tatlı hâl, seni tesbih etmemdir.

Bana en tatlı gelen zaman da, dîdârını göreceğim zamandır.
...

Yahyâ bin Muâz-ı Râzî

AFİYET NEDİR?




Cüneyd Bağdadî’ye sorarlar:

“Afiyet nedir?” diye.

“Afiyet, bir lâhza da olsa kalbin Allah ile olmasıdır.” der.
...
Yine sorarlar:

“Belâ nedir?” diye.

“Belâ odur ki” der, “belâyı gönderenden gaflet edilip unutula.”

ACITAN İHTİMALLER.






Canımı acıtan habersiz gidişin değil, bir daha dönmeme ihtimalin.
Tamam, gittin. Lâkin miâdsız bir yas bıraktın omuzlarıma, gönlüm olabildiğine yaralı. Ama dilimde bir kırgın söz, bir sitemli kelime yok hâlâ.
Aralarda yoldaş gece, serkeş hüzün ve âciz yalnızlık geliyor ziyaretime. Seni anlatıyorum onlara. Bildiğim en güzel kelimeleri süsleyip senden bahsediyorum. Ben konuştukça halime gülüyor, ben susunca onlar da susuyorlar. Zaman dolmadan gece katran elbisesine bürünüp, ortadan kayboluyor. Hüzün -onun ardısıra- en acı maskesini takıyor gözümün önünde ve hiç acımadan. Yalnızlık zaten her zaman zalim, soyutlaşarak hiçliğe bırakıyor yerini ve beni yokluğuna terkediyor. Bana geriye bir tek seni beklemek kalıyor.
Ve beklerken özlemek…
SERGÜZEŞT

SESLER....




Kafamın içinde insan sesleri:

Bir varlar,
Bir yoklar.
...
Ali Eren



27 Ocak 2012 Cuma

AMELLERİN YAZILDIĞI DEFTERLER ÜÇTÜR




Aişe’den (r.a.) rivayetle:

Amellerin yazıldığı defterler üçtür.

Bir defter vardır ki Allah on­daki hiçbirşeyi affetmez.
...
Bir defter de vardır ki ondakileri affetmesi Allah’a hiç zor gelmez.

Bir defter de vardır ki Allah ondaki hiçbirşeyin karşılığını vermeden bırakmaz.

Allah’ın içindeki hiçbirşeyi affet­mediği defter, Allah’a ortak koşmanın kaydedildiği defterdir.

İçinde­kileri affetmek Allah’a hiç zor gelmeyen defter ise kulun Rabbiyle kendi arasında olan ve nefsine yaptığı zulümlerdir. Terk ettiği bir günlük oruç, kılmadığı bir vakit namaz gibi. Allah dilerse bunu affe­der ve cezalandırmaktan vazgeçer.

Allah’ın ondaki hiçbirşeyin karşı­lığını vermeden bırakmadığı deftere gelince, kulların kendi araların­da yaptığı zulümlerdir. Bunlarda kulların hakları mutlaka biribirlerinden alınır.

EN GÜZEL TESİR...




En güzel tesir, iki benzer Ruhun birbirine yaptığı tesirdir.

Goethe

BİR KİMSE BİR MÜMİN KARDEŞİNİ SEVİNDİRİNCE




Sevgili Efendimiz (asm), bir gün ashabına şöyle dedi:

“Bir kimse, bir mü’min kardeşini sevindirince, Allah verdiği bu sevinç sebebiyle bir melek yaratır. Sonra o kul, kabrine girdiğinde, o melek gelir ve ölene:

‘Beni tanıyor musun?’ der.
...

O kimse: ‘Sen de kimsin?’ diye sorar.

O melek: ‘Ben, falancaya verdiğin sevincim! Bugün senin yalnızlığında sana dost olacağım. Ve sual melekleri yanına geldiklerinde sana yardımcı olacağım. Sana cennetteki yerini göstereceğim’ der.”