Şükredenlerden Olabilmek Şükrü Gerektirir
İnsan bir damla sudan teşekkül etmiş zayıf âciz ve küçük bir varlıktır. İlk önce Allâh'ın dilemesi ve lûtfu ile var olmuş rahmetiyle ebeveynin bakım ve korumasına bırakılmış âile/eş sıcaklığıyla yuva kurup serpilmiş yaşlılığında ise yakınlarının şefkat ve yardımlarıyla ayakta kalabilmiştir.
İnsanoğlu dünya hayatına başladığı andan itibaren sayısız zorluklardan tehlikelerden ilâhî bir muhafaza ve büyük bir ihtimamla korunur. Hem sağlıklı yaşaması hem de emniyet içerisinde hayatını devam ettirebilmesi başlı başına büyük ikramlar ve lûtuflar neticesinde gerçekleşmektedir. Yalnızca aldığımız nefesi geri verebilmek için bile birçok organ ve kasın muntazam çalışması alınan havayı vücud içinde devir dâim etmeleri gerekmektedir. İç organlarımız ise biz dinlenmeye geçtiğimiz zamanlarda bile durmadan dinlenmeden çalışmaktadır. Bunların yanında Allah Teâlâ'nın her insana husûsî olarak vermiş bulunduğu bilgi beceri kapasite kabiliyet ve nimetler saymakla bitmez. Îmân ve kulluk nimetinin şükrüne ise paha biçilemez.
Allah Teâlâ bütün bunların karşılığında insanlardan kendisinin büyüklük ve azametini takdir etmelerini ve nimetlerine şükür ve minnet içinde olmalarını istemektedir.
Maalesef bu kadar büyük nimetler için istenen bu kadar küçük bir bedele rağmen insanlar "şükredenler" ve "nankörler" (küfredenler) olmak üzere iki kısma ayrılmışlardır. İnsanların bu farklı tavrına karşı Cenâb-ı Hak kendisinin müstağnî olduğunu ifade buyurmuş ve şükredenin de nankörlük edenin de aslında sadece kendisine fayda veya zarar verdiğini bildirmiştir. Bütün insanlar birleşip Allâh'a şükretseler Allâh'ın azamet ve kudreti artmaz; aynı şekilde bütün insanlar küfrân-ı nîmet içinde nankörlük etseler bu da Allâh'ın kadr u kıymetinden bir şey eksiltmez. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulmaktadır:
"Gerçek şu ki Biz insanı katışık bir nutfeden (erkek ve kadının suyundan) yarattık; onu imtihan edelim diye kendisini işitir ve görür kıldık. Şüphesiz Biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör." (el-İnsan 2-3)
Yine Neml Sûresi 40. âyet-i kerîmede Süleyman -aleyhisselâm-'ın dilinden şöyle denilmektedir:
"...(Süleyman) «Bu şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemek üzere vermiş olduğu Rabbimin fazlındandır (lûtfundandır). Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur nankörlük edene gelince o bilsin ki Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur çok kerem sahibidir.» dedi."
Verilen nîmetlere teşekkür etmek bu nimeti lûtfedene hürmet ve tazim göstermek insan-ı kâmillerin sâlihlerin fazilet ehlinin özelliklerindendir. Hak dostlarından Ebû Osman şöyle söylemiştir:
"-Avam yediği içtiği ve giydiği nimetlere şükreder; havas ise kalplerine gelen feyiz ve ilhamlara şükreder."
Allâh'ın düşmanı iblis makamların en büyüğü ve en yücesi olan şükür makamının kadrini ve kıymetini bilince insanları onun yolundan men etme hususunda var gücüyle çalışacağını haber vererek şöyle demiştir:
"Sonra onlara önlerinden arkalarından sağlarından sollarından sokulacağım. Sen de onların çoğunu şükredici bulamayacaksın." (el-A'raf 17)
Yezid bin Hârun da şöyle anlatır:
"Nuh -aleyhisselâm- helâdan çıktığı vakit «Bana nimetin lezzetini tattıran faydalı olan kısmını vücudumda bırakan ezâ veren kısmını benden gideren Allâh'a hamdolsun.» derdi. Bundan dolayı kendisine "şâkir: çok şükreden bir kul" ismi verilmiştir.
"Şükür" lügatlerde; teşekkür etmek iyilik bilmek demektir. Başka bir ifadeyle şükür "İyilik yapanı yapmış olduğu iyilikten dolayı övmektir."
Şükrü Allâh'ın verdiği bütün nimetler karşısında acziyet ve zayıflığımızı idrak ederek; lisânımızla hayat tarzımızla ifade etmeliyiz. O'nun nimetlerini O'nun istediği ve râzı olacağı şekilde kullanmakla teşekkür etmeliyiz.
Göz nimetinin şükrünü onunla ilim öğrenerek hıfz yaparak Allâh'ın kitabını okuyarak ödemeli; dil nimetinin şükrünü onunla hakkı ve sabrı anlatarak hayrı tebliğ ederek îfâ etmeliyiz. Mal nimetinin şükrünü bol bol infak ederek zayıfa mazluma yardım ederek sağlık nimetinin şükrünü ise bedenen ibâdet hayr u hasenât hizmete sa'y u gayret ederek îfâ etmeliyiz.
İbn-i Cevzî -rahmetullâhi aleyh-'in bildirdiğine göre bir kulun şükrünün üç rüknü ve esası vardır:
Birincisi; kulun üzerinde bulunan Allâh'ın nîmetlerini itiraf etmesidir. İkincisi; kulun üzerinde bulunan bu nîmetten dolayı Allah Teâlâ'ya hamd etmesidir. Üçüncüsü ise kulun kendisine verilmiş olan nîmetleri Allâh'ın rızasını kazanma yolunda sarf etmesidir.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- her sabah ve akşam "seyyidü'l-istiğfar" duâsını okuyarak Allâh'ın nimetlerini îtiraf eder ve bağışlanma dilerdi. Yine bir gün Muâz bin Cebel -radıyallâhu anh-'ın elinden tutarak:
"-Ey Muâz! Vallahî ben seni seviyorum. Sen de her namazın sonunda; «Allâh'ım! Sen'i zikretmeme Sana şükretmeme ve Sana güzel ibâdet etmeme yardım et.» diye duâ etmeyi unutma!.." buyurmuştur. (Ebû Dâvud1522)
Allah Teâlâ'nın her ihsânı muhakkak bir hikmete mebnîdir. "O en güzeldir o hâlde yaptığı her iş de güzeldir!" hükmünce verilmiş olan her şeye ve hâle şükretmek gerekmektedir.
Şükrü kolaylaştıran bir esas da dünyevî nîmetler bakımından kendimizden üsttekilere değil daha çok zor durumda olanlara bakarak hâlimize şükretmektir. Allah mecbur olmadığı hâlde pek çok insana vermediği nimetleri bize ihsan etmiştir.
Bu durum mânevî hâller için ise tersindendir. Âbid zâhid ve şâkir kulları örnek almalı günaha düşenlerden de ibret almalıyız. Günaha ve günahkâra bakarak kendimize icâzet çıkarmak yerine sâlih kullara bakarak kendimize gayret devşirmeliyiz.
İbn-i Abbas -radıyallâhu anhümâ-'nın rivayet ettiğine göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
"Dört şey vardır ki onlar kime verilirse dünya ve âhiret hayrı verilmiş olur. Bunlar: Şükreden bir kalp zikreden bir dil belâya sabreden beden nefsinde ve malında kendisine ihânet etmeyen kadın..."
Hasan-ı Basrî -rahmetullâhi aleyh- ise şöyle demektedir:
"Allah Teâlâ bir kuluna nimet verdiğinde o kul «Elhamdülillah» derse mutlaka o kul aldığından daha çok şeyi Allâh'a iâde etmiş olur."
En büyük müjde ise Âlemlerin Rabbinden gelmektedir: "...Eğer şükrederseniz Allah sizden râzı olur..." (ez-Zümer 7)
Seher Aydın
İnsanoğlu dünya hayatına başladığı andan itibaren sayısız zorluklardan tehlikelerden ilâhî bir muhafaza ve büyük bir ihtimamla korunur. Hem sağlıklı yaşaması hem de emniyet içerisinde hayatını devam ettirebilmesi başlı başına büyük ikramlar ve lûtuflar neticesinde gerçekleşmektedir. Yalnızca aldığımız nefesi geri verebilmek için bile birçok organ ve kasın muntazam çalışması alınan havayı vücud içinde devir dâim etmeleri gerekmektedir. İç organlarımız ise biz dinlenmeye geçtiğimiz zamanlarda bile durmadan dinlenmeden çalışmaktadır. Bunların yanında Allah Teâlâ'nın her insana husûsî olarak vermiş bulunduğu bilgi beceri kapasite kabiliyet ve nimetler saymakla bitmez. Îmân ve kulluk nimetinin şükrüne ise paha biçilemez.
Allah Teâlâ bütün bunların karşılığında insanlardan kendisinin büyüklük ve azametini takdir etmelerini ve nimetlerine şükür ve minnet içinde olmalarını istemektedir.
Maalesef bu kadar büyük nimetler için istenen bu kadar küçük bir bedele rağmen insanlar "şükredenler" ve "nankörler" (küfredenler) olmak üzere iki kısma ayrılmışlardır. İnsanların bu farklı tavrına karşı Cenâb-ı Hak kendisinin müstağnî olduğunu ifade buyurmuş ve şükredenin de nankörlük edenin de aslında sadece kendisine fayda veya zarar verdiğini bildirmiştir. Bütün insanlar birleşip Allâh'a şükretseler Allâh'ın azamet ve kudreti artmaz; aynı şekilde bütün insanlar küfrân-ı nîmet içinde nankörlük etseler bu da Allâh'ın kadr u kıymetinden bir şey eksiltmez. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulmaktadır:
"Gerçek şu ki Biz insanı katışık bir nutfeden (erkek ve kadının suyundan) yarattık; onu imtihan edelim diye kendisini işitir ve görür kıldık. Şüphesiz Biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör." (el-İnsan 2-3)
Yine Neml Sûresi 40. âyet-i kerîmede Süleyman -aleyhisselâm-'ın dilinden şöyle denilmektedir:
"...(Süleyman) «Bu şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemek üzere vermiş olduğu Rabbimin fazlındandır (lûtfundandır). Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur nankörlük edene gelince o bilsin ki Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur çok kerem sahibidir.» dedi."
Verilen nîmetlere teşekkür etmek bu nimeti lûtfedene hürmet ve tazim göstermek insan-ı kâmillerin sâlihlerin fazilet ehlinin özelliklerindendir. Hak dostlarından Ebû Osman şöyle söylemiştir:
"-Avam yediği içtiği ve giydiği nimetlere şükreder; havas ise kalplerine gelen feyiz ve ilhamlara şükreder."
Allâh'ın düşmanı iblis makamların en büyüğü ve en yücesi olan şükür makamının kadrini ve kıymetini bilince insanları onun yolundan men etme hususunda var gücüyle çalışacağını haber vererek şöyle demiştir:
"Sonra onlara önlerinden arkalarından sağlarından sollarından sokulacağım. Sen de onların çoğunu şükredici bulamayacaksın." (el-A'raf 17)
Yezid bin Hârun da şöyle anlatır:
"Nuh -aleyhisselâm- helâdan çıktığı vakit «Bana nimetin lezzetini tattıran faydalı olan kısmını vücudumda bırakan ezâ veren kısmını benden gideren Allâh'a hamdolsun.» derdi. Bundan dolayı kendisine "şâkir: çok şükreden bir kul" ismi verilmiştir.
"Şükür" lügatlerde; teşekkür etmek iyilik bilmek demektir. Başka bir ifadeyle şükür "İyilik yapanı yapmış olduğu iyilikten dolayı övmektir."
Şükrü Allâh'ın verdiği bütün nimetler karşısında acziyet ve zayıflığımızı idrak ederek; lisânımızla hayat tarzımızla ifade etmeliyiz. O'nun nimetlerini O'nun istediği ve râzı olacağı şekilde kullanmakla teşekkür etmeliyiz.
Göz nimetinin şükrünü onunla ilim öğrenerek hıfz yaparak Allâh'ın kitabını okuyarak ödemeli; dil nimetinin şükrünü onunla hakkı ve sabrı anlatarak hayrı tebliğ ederek îfâ etmeliyiz. Mal nimetinin şükrünü bol bol infak ederek zayıfa mazluma yardım ederek sağlık nimetinin şükrünü ise bedenen ibâdet hayr u hasenât hizmete sa'y u gayret ederek îfâ etmeliyiz.
İbn-i Cevzî -rahmetullâhi aleyh-'in bildirdiğine göre bir kulun şükrünün üç rüknü ve esası vardır:
Birincisi; kulun üzerinde bulunan Allâh'ın nîmetlerini itiraf etmesidir. İkincisi; kulun üzerinde bulunan bu nîmetten dolayı Allah Teâlâ'ya hamd etmesidir. Üçüncüsü ise kulun kendisine verilmiş olan nîmetleri Allâh'ın rızasını kazanma yolunda sarf etmesidir.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- her sabah ve akşam "seyyidü'l-istiğfar" duâsını okuyarak Allâh'ın nimetlerini îtiraf eder ve bağışlanma dilerdi. Yine bir gün Muâz bin Cebel -radıyallâhu anh-'ın elinden tutarak:
"-Ey Muâz! Vallahî ben seni seviyorum. Sen de her namazın sonunda; «Allâh'ım! Sen'i zikretmeme Sana şükretmeme ve Sana güzel ibâdet etmeme yardım et.» diye duâ etmeyi unutma!.." buyurmuştur. (Ebû Dâvud1522)
Allah Teâlâ'nın her ihsânı muhakkak bir hikmete mebnîdir. "O en güzeldir o hâlde yaptığı her iş de güzeldir!" hükmünce verilmiş olan her şeye ve hâle şükretmek gerekmektedir.
Şükrü kolaylaştıran bir esas da dünyevî nîmetler bakımından kendimizden üsttekilere değil daha çok zor durumda olanlara bakarak hâlimize şükretmektir. Allah mecbur olmadığı hâlde pek çok insana vermediği nimetleri bize ihsan etmiştir.
Bu durum mânevî hâller için ise tersindendir. Âbid zâhid ve şâkir kulları örnek almalı günaha düşenlerden de ibret almalıyız. Günaha ve günahkâra bakarak kendimize icâzet çıkarmak yerine sâlih kullara bakarak kendimize gayret devşirmeliyiz.
İbn-i Abbas -radıyallâhu anhümâ-'nın rivayet ettiğine göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
"Dört şey vardır ki onlar kime verilirse dünya ve âhiret hayrı verilmiş olur. Bunlar: Şükreden bir kalp zikreden bir dil belâya sabreden beden nefsinde ve malında kendisine ihânet etmeyen kadın..."
Hasan-ı Basrî -rahmetullâhi aleyh- ise şöyle demektedir:
"Allah Teâlâ bir kuluna nimet verdiğinde o kul «Elhamdülillah» derse mutlaka o kul aldığından daha çok şeyi Allâh'a iâde etmiş olur."
En büyük müjde ise Âlemlerin Rabbinden gelmektedir: "...Eğer şükrederseniz Allah sizden râzı olur..." (ez-Zümer 7)
Seher Aydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder