29 Mart 2012 Perşembe

şükreden bir kul olmayayım mı?

Peygamber Efendimiz’in tefekkür hayatına dair bir hâtırasını Hazret-i Âişe vâlidemiz şöyle nakleder:

“Bir gece Rasûlullah r bana:

«–Ey Âişe! İzin verirsen, geceyi Rabbime ibâdetle geçireyim.» dedi. Ben de:

«–Vallâhi Sen’inle beraber olmayı çok severim. Ancak Sen’i sevindiren şeyi daha çok severim.» dedim.

Sonra kalktı, güzelce abdest aldı ve namaza durdu. Ağlıyordu. O kadar ağladı ki, elbisesi, mübârek sakalları, hattâ secde ettiği yer sırılsıklam oldu. O, bu hâldeyken, Bilâl namaza çağırmaya geldi. Efendimiz’in ağladığını görünce:

«–Yâ Rasûlâllah! Allah Teâlâ sizin geçmiş ve gelecek günahlarınızı bağışladığı hâlde niçin ağlıyorsunuz?» dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlü r:

«–Allâh’a çok şükreden bir kul olmayayım mı? Vallâhi bu gece bana öyle âyetler indirildi ki, onu okuyup da üzerinde tefekkür etmeyenlere yazıklar olsun!» buyurdu ve şu âyetleri okudu:

«Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, akl-ı selîm sâhipleri için (Allâh’ın birliğini gösteren) kesin deliller vardır. Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her an) Allâh’ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin tefekkür ederler ve: Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen’i tesbîh ederiz. Bizi cehennem azâbından koru! (derler).» (Âl-i İmrân, 190-191)” (İbn-i Hibbân, II, 386)

İşte Allah Rasûlü r ilâhî azamet tecellîlerinin tefekkürü içinde sabahlara kadar gözyaşı dökmüşlerdi. Ümmet-i Muhammed olarak bizler de kalplerimizin incelmesi için, ilâhî kudret akışlarının tefekküründe yoğunlaşmalıyız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder