Başkalarında gördüğümüz fakat kendimize hiçbir zaman yakıştıramadığımız bir elbisedir o.
En yakınken en uzak, hatta unutulandır.
Bu yüzden çoğunlukla söze “ölümün soğuk yüzü!” diyerek başlanır.
Ustalık, “ölümün gülümseyen yüzü”nü görebilmektir.
“Bu dünyada renk, nakış, lezzet, ne varsa küsüm gözümde son marifet, Azrail’e tebessüm…” mısralarıyla ölümle ilgili fikir savaşına son noktayı koyar üstat Necip Fazıl.
Azrail’e tebessümün yolu iman iklimine bağlıdır.
İlahi takdire teslimiyet göstermenin belirtisidir ölümü, dostun Dost’a kavuşması gibi görebilmek.
Efendimiz (s.a.v) dünya hayatının son demlerinde Refik-i A’la’ya; en yüce Dost’a yürümekte olduğunu söyleyerek yüce Rabbi’ne kavuşmuştur.
(Buhari, Rikak, 42; Müslim, Selam, 46)
Rabbimiz, ölümü de hayatı da insanların hangisinin amelinin daha iyi olduğunu ortaya çıkarmak, “sınav” yapmak maksadıyla yarattığını bildirir. (Mülk, 2)
Ancak ahiret dediğimiz baki hayatta belli olacaktır bu sınavın sonucu.
İnsan sınavda olduğunu her zaman hatırında tutmalı.
Peygamber Efendimiz (s.a.v), ölümü en fazla ananları ve ölüm için sürekli hazırlık yapanları, insanların en akıllısı olarak niteleyerek; “Onlar dünyanın şerefini ve ahiretin kerametini elde etmişlerdir” buyurur. (İbn Mace)
İnsanın dünyaya doğumla başlayan hayat yolculuğu ölümle biter.
Her doğum olayı bir nevi ölümün de habercisidir.
Hayat gerçek olduğu kadar ölüm de daima yalnız karşılanan bir gerçektir.
Herkesin kendine özgü bir ölümü vardır.
Kimi üzülerek, acı çekerek, ağlayarak, kimi sevinerek, kimi de gülümseyerek son nefesini verir.
“Müminin ve evliyanın ölüm anlarında farklı tepkiler göstermesi manevi hallerinin değişik olmasındandır. Can verirken kiminin üzerinde galip olan hal cehennem korkusu, kimininki cennete girme ümidi, kimininki sevgi, kimininki özlemdir.” (Kuşeyri ve Gazali)
“Ölümden ne korkarsın, korkma ebedi varsın”
İnsan, ölümsüzlüğü arzu eder. Dünyadan ayrılıp başka bir diyara gitmek haliyle onu korkutur.
Nefsin aldatmacası, onun meçhul bir “yokluğa” esir edileceğini düşündürerek bocalamasını sağlar.
İman nuru olmayınca ölüm dehşet saçan bir son, korkunç bir felaket gibi algılanır.
Ölümden sonraki hayatın varlığını haber veren ahiret inancını bilmeyenler, ölüm korkusuyla ömür geçirirler.
“Ölümden ne korkarsın. Korkma; ebedi varsın” diyerek Hak aşıklarının hislerine tercüman olan Yunus Emre’ye göre ölüm ebediyet alemine açılan kapıdır.
İnsan ölümden sonra yok olmaz.
Asıl mutluluk yeri olan ahiret yurduna ulaşır.
Dünyanın her türlü sıkıntısından, gönül yorgunluğundan bir tür kurtuluştur ölüm.
Düşünün bir; umutsuz hastalığa duçar olmuş biri ölümü hasretle beklemez mi?
Ölüm olmasaydı sürekli acı çekmesi muhtemel olacaktı.
İhtiyarlık, tahammül edilemeyen acılar, muhtaçlık vs. gibi yaşamı olumsuz etkileyen ve dünyada bir çözümü olamayan sorunlar, ölümü dünyanın çok üzerinde bir nimet gösterir.
Nice canlar için Rabbi’nin merhamet ve rahmetinin delili gibi gelir ölüm.
Hakiki Dost ile buluşup O’nun cemalini seyredebilme arzusunu gerçekleştirmeye vesile olan yönüyle hoş bir “kavuşma kapısı”dır.
O’ndan ayrı kalmak dünyayı mümin için zindan kılar.
Aşığın beden içindeki ruhu, kuşun kafeste tutsaklığına benzer.
Kavuşma kapısından geçerek gerçek hürriyetine kavuşup vatanına vasıl olur.
Böylece ruhlar için de bir kurtuluştur ölüm.
Onunla beden ve ruhun yarenliği son bulur.
Beden topraktan gelip toprağa giderken, ruh beka yurduna yol alıp aslına döner.
O’ndan geldi, O’na gider.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder