18 Nisan 2012 Çarşamba

Hz.Ebubekir misali yaşamak

HZ. EBU BEKİR MİSALÎ YAŞAMAK…

Kimi gençler vardır; büyük izler bırakmışlardır ardından. Kendileri göçüp gitse de gitmeye mahkûm olduğumuz dünyadan adları ve sanları bir mıh gibi çakılmıştır yüreklerimize ve beyinlerimize…
Kimi gençler vardır; hep hayra davet eden ve her hayrın başını çeken… Hal böyle olunca isimleri hep hayırlarla yâd edilen…
İşte bu gençlerden bir tanesi; Hz. Ebu Bekir (radıyallahu ahu)… Soylu asil zeki ve cömert delikanlı…
Ne çok tanımak isterdik kendisini. Zira o aklın ve yüreğin hakkını vererek yaşayan hayâ insanıydı. Yeryüzünün İslamiyet’e gebe olduğu dönemlerde bataklığın hüküm sürdüğü belde olan Mekke’de bataklığın yanından bile geçmeyen büyük sahabe…
İnsanlar o dönemde yaptıkları putlara taparken ve daha sonra yaptıkları putları yeme garipliğinde bulunurken; o belki de güldü geçti bunlara sadece. Meşru görülen kumara içkiye elini bile sürmeyen bir gençti o. Daha İslamiyet gelmeden kapatmıştı kapılarını küçük büyük her günaha…
Dünya hasret şimdi böyle gençlere. Kendinden emin Allahu Zülcelal’in yasakladığı aklının ve mantığının da kabul etmediği çirkinlikleri elinin tersiyle iten gençlere öylesine muhtacız ki. Onu örnek almaya ve ona benzemeye ne çok ihtiyacımız var.
Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anhu) cömertliğiyle nam salmıştı Mekke beldesinde. Varını yoğunu hiç düşünmeden Allah yolunda harcamış düşkünlere ihtiyaç sahiplerine her zaman el uzatmıştır. Peki ya bizler bizler de Hz. Ebu Bekirce yaşamaya gayret gösterebiliyor muyuz? Yoksa bizler sadece kendi ihtiyaçlarımızı giderme telaşına mı kapıldık? “Hep bana” diye düşünenlerden mi olduk acaba?...
Kapımıza gelen ihtiyaç sahibine gönülden vermemiz gerekmez mi bizden olan bir şeyi? Bölmemiz gerekmez mi ekmeğimizi? Tıpkı Hz. Ebu Bekir gibi ki o ekmeğini bölmemiş yeri gelmiş tüm ekmeğini uzatmış karşısındakine. Şimdi biz böyle yapsak kınanırız garipseyen bakışlarla karşı karşıya kalırız.
Sözüm ona şimdinin çağdaş dünyasında vermenin adı “saflık/delilik” olmuş çünkü. Biriktirmek daha çok biriktirmek ve yalnız başına yemekse “uyanıklık” olmuş. Rabbin hoşuna gitmeyen tavrın adı “uyanıklık” olsa ne yazar!... Önemli olan Allah’ın rızasını kazanabilmek değil midir? Yarın bize fayda verecek olan paylaştıklarımızdır biriktirip öte tarafa götüremediklerimiz değil!

Evet masum gençlik böyle uyutuluyor işte. Paylaşma duygusundan uzaklaştırılmaya merhametsizliğe yöneltiliyoruz. Paylaşma duygusu körelmiş durumda bencillik had safhada. Kendi öz kardeşimize bile elimizi uzatmayacak durumlara geldik getirildik.
Açlıkla cebelleşen komşumuzdan ya da uzak diyardaki Müslüman kardeşlerimizden bihaberiz. Mümin olmak böyle miydi? Hz. Ebu Bekir böyle mi yapmıştı? Yarın onun arkasında yer almak istemez miyiz cömertliğimizle. O zaman gelin bir adım atalım cömert olabilmek için. Hz. Ebu Bekir’ce yaşayabilmek için…
Paylaşmak Allah için infakta bulunmak insan ruhunu olgunlaştırır ve mutlu eder. Gelin deneyelim bunu bir gün; kimseler bilmeden görmeden sadece Allah rızası için bir ihtiyaç sahibinin ihtiyacını giderelim. Ruhumuzun kanatlandığını hissetmek çok uzun sürmeyecektir eminim. Hem Allah’ı sevindirecek hem de karşımızdaki insanın ebediyete uzanan dualarına gark olacağız.
Hangi şey böylesi bir mutluluğun yerini alabilir ki?...
Deneyelim göreceğiz…

ZEYNEP YETER ARSLAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder