7 Eylül 2012 Cuma

eylüldür ömrümüz...

Eylüldür Ömrümüz. Dönüp dönüp eylüle geliyoruz. Biz ki hep baharlarda kalmak isteriz.

An/sızın eylül çalıyor kapımızı. Her köşe başında her telefonda bütün noktalama işaretlerinde… eylül çıkıyor karşımıza. Hüznünün bir kenarında tebessüm işlemeli bir yüzü oluyor. Gözlerimizde soluyor birdenbire eylül. Ve… bütün mevsimlerin bir kenarında eylül. Hatta günlerin anların…

Eylüldür ömrümüz. Kavuşmak; yazsa baharsa… Ayrılık? Eylül!
Çok uzaklardan olsa gerek; taze bir yorgunluk üstünde… Yüzü ayrılıksarısı…
Çocukça ve ç/alışılmış bir merhaba da olsa… tedirginiz tedirgin!

Eylüldür ömrümüz. Eylül; bir vedâdır. Savrulduğunu gör diye yaprakların aynasında… Oyalanma diye ortasında yazların ve gel geç hazların.
Nazların yeter gayrı! Her yaprak bir veda salınışı…

Eylüldür ömrümüz. Dal dal serpilir arzularımız. Ömür kısa elim kısa emeğim ne ki… Eylül olur fırtınalar. “Elemler ruhta baki kalır.”

Eylüldür ömrümüz. Ayvalar sararınca dallarda… Narlar bir ateşe çevirince bahçeleri… Yapraklar veda veda titreyince… Sular üşüyünce hafiften… Aynalardan kaçmak istediğimizde… gelmiştir eylül! Gölgeler soğur da
soğur… Kucağından düştüğümüz gibi annelerimizin… eylülerin kollarında buluruz kendimizi! Çok sürmez bu koşu… Mevsimler mevsimlere çabuk çabuk… Başımız döner…
Saçlarımız ne çabuk… Alnımızda eylül çizgiler… Dallardaki bu hangi beste?

Eylüldür ömrümüz. Eski dermanı yok dizlerimizin. Bildiğimiz “kısa” yollar; uzar mı uzar. Daha bir “dikleşir” bayırlar! En sağır bile duyar geldiğini eylülün; gittiğini ömrün. At gayrı sen de ağaçlar gibi yükünü bir
rüzgârda! Pılını pırtını topla da… gözün kalmasın buralarda. Yapraklar sarkaçları mı eylül saatinin; bir o yana bir bu yana…

Eylüldür ömrümüz. Çocuk çocuktum ben de… Genç gençtim.
Bitmez sandığım baharlar yarınlar vardı. Uyurken hayallere; uyanınca düşlere dalardım. Ufuklar aha şurada; yıldızlar elimi uzattığımda… Yollar gittikçe kısalandı. Adımlarım çevik bakışlarım çelikti. Tuttuğumu koparmak için
uzanırdı ellerim. Heyhat! Israrım inadım hırsım vardı işte! Daha “eylül”e çoktu! Ama yine de bir temmuzda kocaman bir eylül yaprağı gibi anneannem toprağa karışmıştı. Annemin gözyaşları dinmedi nice mevsimler. Sonra o da bir martta “eylül” oluverdi. Sonra ben mevsimlerin kimliğini öğrendim. Yani ki bir dışarıda mevsim vardı; bir de içimde… İçimin takvimleri koptukça yerinden; yerinden kopacak gibi oluyordu kalbim.

Eylüldür ömrümüz. Her ikindi sarısında eylül selamı… Kâh vedayı kah gurbeti anlatır. Her eylül tanıdık bir ikindidir. Sarı bir yaprak gibi düşerken güneş yapraklar sararıp karışırken toprağa bir doğuşa uyanırlar.

Eylüldür ömrümüzde; sen “gül”dür diye gör. Gör de kokla sararan yaprakları. Okşa hüznünü ve anlat yaprağa; topraktan toprağa; oradan sonsuz bahara açılan yolculuğu. Ve terk et biraz şehri; yolculuk telaşını gör
bahçelerde eylülün. Ve terk et biraz şehri!

Eylüldür ömrümüz. Eylüller bahar olup döndüler hep. Güneşler başka ufuklarda doğdu. Gözyaşlarım yeni baharlara yağmur oldu. Ben eylülü gülerken gördüm. Kucağında ta bahardan yazdan tebessümler. Yalnız değildi eylül.

Eylüldür ömrümüz; soldukça bahar olan… Eylüldür ömrümüz; soldukça çoğalan…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder