24 Haziran 2012 Pazar

dostun attığı gül


Kardeşlerimden ricâ ederim ki: Sıkıntı veya ruh darlığından veya nefis ve şeytanın desiselerine kapılmaktan veya şuursuzluktan arkadaşlardan sudur eden fena ve çirkin sözleriyle birbirine küsmesinler ve ‘Haysiyetime dokundu’ demesinler. Ben o fena sözleri kendime alıyorum. Damarınıza dokunmasın, bin haysiyetim olsa kardeşlerimin mabeynindeki muhabbete ve samimiyete fedâ ederim.”
(Uhuvvet Risalesi, s. 74
Hallac-ı Mansur, cezbe ve sekir halinde söylediği ve mazur bulunduğu Ene’l-Hak cümlesi yüzünden idama mahkûm edilir. Onu asılacağı meydana getirdiklerinde etrafta mahşerî bir kalabalık vardır. Hallac-ı Mansur darağacını görünce güler ve kalabalık arasında gördüğü dostu Şibli’den seccade isteyerek iki rek’at namaz kılar. Ardından şöyle duâ eder: “Allah’ım burada senin dinin uğruna gayrete düşüp beni öldürmek için toplananların suçlarını affet.”
Bu esnada kalabalık içinden özellikle düşmanları, fırsat bu fırsat diye Hallac-ı Mansur’a taşlar atarlar. Hallac-ı Mansur bunlara ah bile demez hatta tebessüm eder, ama dostu Şibli ağlayarak kırmızı bir gül atınca Hallac-ı Mansur inler ve şöyle der: “Taş atanlar avam takımı, bilmiyorlar, halden anlamazlar. Onların taşı bizi incitmez ama halden anlayan bir dostun attığı gül bile bizi incitti, canımızı acıttı.”
İnsan hayata daha çok dostlarıyla, sevdikleriyle tutunur. Sevinçlerini onlarla paylaşarak arttırırken, acılarını hüzünlerini yine onlarla paylaşarak azaltır. Kişi, tanımadığı kimselerden bir kötülük, bir haksızlık gördüğünde çok incinmez, en azından hayal kırıklığına uğramaz ama dostundan gördüğü küçük bir eziyete bile katlanması çok zor olur. Başkalarının, hakkında yanlış düşünmeleri insanı fazla üzmez, yıpratmaz; ama sevdiği birisi, hakkında yanlış düşünürse, zarar verecek bir davranışta bulunursa işte bu insanı üzer, incitir. O kişi sıradan biri değildir çünkü, belki en zor günlerinde yanında olmasını beklediği insandır. Her şartta desteğini umduğu, hayatta en çok güvendiği kimselerden biridir. Hani Temel deniz kenarında yürürken elinde bir yılan taşıyormuş. “Neden elinde yılan taşıyorsun?” diye sorulunca “Denize düşersem lâzım olabilir” cevabını vermiş… İşte dostluk, denize düştüğümüzde yılana sarılmak zorunda kalmayışımızdır. Elimizden tutup bizi çıkaracak birisini her zaman yanımızda bulabilmemizdir.
Dostun gönlü, dostuna karşı hassastır, çok şeyler bekler ondan… Bu yüzden insan dostluk hukukuna çok dikkat etmelidir. Özellikle dostla hal ve harekete, konuşmaya özen göstermek gerekir. Çünkü bazı sözler, keskin kılıç gibidir, dostluğu keser, kalpte tedavisi zor yaralar açar, kalpteki muhabbet çiçeklerini kurutur. Bazen yerinde olmayan gereksiz bir istek, küçük bir tavır veya söz bile, çok büyük mutlulukların elden kaçırılmasına sebep olur.
Dostluk, fedakârlık ve emek ister. Her şeyi karşısındaki insandan bekleyerek elde edilemez hakikî dostluklar. Dostluk; mutluluk, üzüntü, hastalık, sağlık, darlık ve bollukta dostunun yanında olabilmektir. Marifet iyi gün dostu olmak değildir. Sadece iyi gününde yanında olmak dostluk da değildir zaten. Sahte dostluktur olsa olsa. Günümüzde ahlâkî bozulmanın etkisi dostluklarda da gösteriyor kendisini maalesef. Artık menfaat hesapları ortaya girince dostlar birbirlerine taş atmaktan bile çekinmiyorlar. Ve nice pırlanta yürekli insanlar, çok önemsiz basit dünyevî meseleler uğruna birbirlerinden ayrı düşüyorlar.
Bediüzzaman, kendisine en ağır haksızlıkları yapan insanlara bile bedduâ etmeyecek ve onların imanlarını kurtarmaları için duâ edebilecek seviyede gönlü büyük bir insandır. Böyle bir insanın eserlerini okuyanlar, günümüzde en ufak meseleleri gurur meselesi yaparak, amel cihetiyle bir nevî ortaklıkları da bulunan kardeşlerine küsebilirler mi, küsmeye hakları var mıdır?
Evet, insan dostun attığı gülden bile incinir ama Uhuvvet Risâlesi gibi bir reçeteye sahip olanlar, kardeşi kendisine gül değil taş bile atsa, o kardeşine karşı adavet beslemez, beslememeli. Kendisine düşmanlık edenlerin, hatta kendisini zindana atanların bile ıslâhı için duâ eden ve onlara acıyan bir Üstad’ın yolundan gidenler, her ne kadar ummadıkları bir şekilde dostları veya kardeşleri tarafından haksızlığa uğrasalar da, onlara gücenmeye hakları olabilir mi? Mesleği haliliye, meşrebi hıllet olanlar, birbirleri için ‘en yakın dost, en fedakâr arkadaş, en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş’ olmak zorundadırlar. ‘Bizler muhabbet fedaileriyiz, husûmete vaktimiz yoktur’ diyen Bediüzzaman’a talebe olma arzusunda bulunanlara yakışan şey, gerçekten muhabbet fedaisi olabilmektir. Ve marifet, Uhuvvet Risâlesi’ni başkaları için değil, insanın kendisi için okuyabilmesidir. Zira uhuvvet anlayışında küsmenin yeri yoktur. Bazen içten bir tebessüm, bazen bir selâm, bazen bir ses bile dostun gönlünde sevgi çiçeklerinin yeşermesini sağlayabilir. Zaten, ne hayat birilerine adavet edecek kadar uzundur, ne de dünyevî meseleler birilerine adavet edecek kadar önemlidir… Hafız-ı Şirazî’nin de dediği gibi, ‘Dünya öyle bir metâ değil ki, bir nizâa değsin.’
Hayatımızda kaç tane güzel dostumuz var acaba? Ya da tersinden soracak olursak, şu kısa hayatta kaç kişi için gerçekten güzel bir dost, güzel bir kardeş olabildik? Dostlarımıza, kardeşlerimize karşı hareketlerimize çok dikkat edelim ve kalplerini kırdıysak hemen özür dilemeyi de asla ihmal etmeyelim. Çünkü yarın özür dilemek için çok geç olabilir.
Ne mutlu İhlâs ve Uhuvvet anlayışının gereğini yerine getirebilenlere… Ne mutlu şu kısa hayatta en yakın dost, en fedakâr arkadaş, en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş olabilenlere…
Hasan Yükselten 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder