Eli işte gözü oynaşta” deyimi halk arasında işini kemaliyle yapamayan, üşengeç, aklı fikri aşk ve neşvede; eli iş yaparken gözüyle etrafa bakan, erkek ya da kız kesen, aklı fikri başka yerde adamlar için kullanılır. Oysa bu deyim Ahi-melamî sufiliğince başka türlü anlamlandırılarak ifade edilmiştir.
“El işte” demek; “helalinden kazanır; emek ehli, elinin (sanatının) hakkını verir, eli ekmek tutar, iş bilir, elinden iş gelir, alnı terleyerek para kazanır” demektir. “Göz oynaşta” tabiri ise; “Allah’a yönelir, Allah korkusu ile davranır” demektir. Peki bu nasıl oluyor; Göz neyi ifade ediyor?
İslam nazarında göz, kalptir
İslam nazarında göz, kalptir. Bu ifadeyi ayet şöyle beyan eder: “Fakat gözler kör olmaz. Lâkin sinelerdeki kalpler kör olur” (22 Hacc 46). Bu ayetten hareketle, Müslümanca düşüncede insanın hakikate bakan uzvunun “kalb” olduğu ifade edilmiştir. Bu nedenle kul yerde ve gökte olan bitene gözüyle değil kalbi ile bakar. Kalb vicdandır. İnsanın bir meselede şekk duyması halinde “kalbe danışın” denilmesi bundandır. “Kalbe bakmak”tan kasıt kalbin Allah’ı zikretmesi Allah’a yakın olması sebebiyledir. Peki kalb niçin Allah’a yakındır?
Kur’an kalbten çıkan şahdamarı işaret ederek Allah’ın insana yakınlığını da ifade ediyor: “Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız” (50 Kaf 16). Yine bir başka ayette, “Biliniz ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Siz gerçekten O’na götürülüp toplanacaksınız” (8 Enfâl 16). Bu nedenle ahî kültürü “gözü oynaşta” tabiri ile helal kazanç ehlinin kalbinin Allah’ı zikirle meşgul olduğunu söylerler. Ahîlerin “oynaş” dediği de Allah’tır.
Kalb, sürekli kıvanır, değişir, bir halden başka hale geçer, deveran eder
Kur’an’da kalb “sadr-sadre” diye ifadelendirilir. Kalb dönektir. Dönen bir şeydir. Hakikaten kalbin kan devaranının merkezi olarak dönmeyi temsil eden olması hayret vericidir. Kalb, bu yapısı nedeniyle sürekli kıvanır, değişir, bir halden başka hale geçer, deveran eder; Kur’an’da geçen inkılâb kelimesi de yıkmayı değil döndürülmeyi ifade eder (26 Şuara 227). Bu ayet, Allah’a iman edip, salih amel işleyen ve Allah’ı çokca zikredenlerin işlerinden bahsetmektedir. Allah’ın dilediği kalbin Allah’ın esmasına dönmesidir. Dualarda “Ey kalbleri evirip çeviren Allah’ım, kalbimi dinin üzere sabit kıl!” diye niyaz edilmesi bundandır.
Miraca çıkan gönül daralmaz
Bizim düşüncemizde kalbin imanî olanla ilgisi gövermek (göğe ermek) ya da göğün kalbe çökmesi ile ilgilidir. Mesela namaz mü’minin miracıdır. Miraca çıkan gönül daralmaz. Ancak insan fiziki olarak yüksek rakıma çıktıkça nefes darlığı çeker, göğsü daralır. Türk halk değişlerinin içselleştirdiği kavramlar bir manada bu hikmeti taşımaktadırlar. Kur’an’da Allah, iman ile göğüs/gönül arasında bir ilinti kurulmuştur: “Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah'a) teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar” (6 Enam 125).
Anlaşılan o ki, iman sadra inşirah vermekte, delalet gönle göğe çekilmiş gibi büyük bir baskı kurmakta. İşte burada ahîler gönle olan baskıyı aşmak için kalb zikrine başvuruyorlar. Çünkü başka bir ayette kalbler ancak Allah’ı anmakla mutmain olur denmiştir: “Onlar âmenudurlar ve kalbleri Allah’ı zikretmekle mutmain olmuştur. Dikkat edin kalbler ancak; Allah’ı zikretmekle mutmain olur” (13 Râd 28). Buna göre Rabbini zikretmeyen kalb katılaşır, gaflete düşer, kendine Allah dışında meşguliyetler edinir, malayaniye sapar: “Allah kimin göğsünü İslam’a açmışsa; artık o, Rabbinden bir nur üzeredir. Allah’ın zikrinden kalbleri katılaşmış olanların vay haline. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler” (39 Zümer 22).
Bu zikir öyle bir şeydir ki, Kur’an Allah’ın demiyor da Rahman’ın zikri diyor; kim onu terkederse ona bir şeytan sardırırız. Yani göğe çekilmekle şeytana terkedilmek arasında bir ilinti kuruluyor. Fizik dünyanın malayanisine kapılıp gidersen merhametlilerin en merhametlisi ile bağını koparıyorsun demektir: “Kim, Rahman’ın zikrini görmezlikten gelirse, biz onun başına bir şeytan sararız. Artık o, onun ayrılmaz dostu olur” (43 Zuhruf 36). Bu nedenle ahî neşve ve ahîlerin beslendiği ocaktan gelen sufî meşreblerin “gözü oynaşda” sözünü tahkîm edecek uygulamaları olmuştur.
Ahî düşüncesinin ve geçimini el emeği ile temin eden sufî yönelişlerin amelini tarif eden Kur’anî bir prototip bulunmakta. Nûr suresi 37’inci ayetteki “Onlar öyle yiğit kişilerdir ki, ne bir ticaret, ne de bir alış veriş onları Allah’ı (c.c) zikretmekten, namazdan ve zekat vermekten alıkoymaz” hali, Ahi-Nakşiliğin bu düsturunun Kur’an-ı Kerim’deki ifade ediliş şeklidir. Ayetin devamında “Onlar, kalblerin ve gözlerin dehşetten döneceği bir günden korkarlar” denmekte ve yine kalb ile göze işaret edilmiştir.
Modernleşme sürecinin çalışan kişileri işçileşmeye uğrattığı bir dünyada Kur’an’ın zikir, namaz ve zekat ehli bir kesimden bahsetmesi ve onları “yiğit-ricâlun” olarak anması İslam’ın kapitalizme cevabının geçmiş kurumsal pratiğimizde bulunduğunu da göstermektedir. Zikreden kalbler, modernizmi yenecek!
Lütfi Bergen
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder