Rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber (s.a.v), yetim olarak büyüdüğü için, bunun ne kadar acı ve zor olduğunu biliyordu. Bu nedenle yetimlere apayrı bir merhamet ve şefkatı vardı. Hz. Peygamber (s.a.v) yetimlere olan merhametinden dolayı, onlara ayrı bir ilgi gösterir, onları yalnız bırakmaz, ihtiyaçlarını karşılar, devamlı olarak onları korur, haksızlığa uğradıkları zaman haklarını arardı.
Ebû Cehil, bir yetimin vasisiydi. Çocuğun bütün malı yanındaydı, fakat ona hiçbir şey vermiyordu.
Bir gün çocuk aç ve çıplak olarak geldi, malından bir şey istedi. Ebû Cehil, azarlayarak yanından kovdu. Sonra da Kureyş’in ileri gelenleri çocukla alay ederek,
“Muhammed’e git de, sana yardımcı olsun” dediler.
Onların bu kötü niyetini anlamayan saf ve masum çocuk doğruca Hz. Peygamber’e gitti. Halini arz etti. Hz. Peygamber (sçaçv) çocuğu yanına alarak Ebû Cehil’in bulunduğu yere geldi. Yetimin hakkını vermesini söyledi. Hz. Peygamber’i (s.a.v) karşısında gören Ebû Cehil hiç itiraz etmeden yetimin malını iade etti.
Ebû Cehil’in bu uysallığını gören müşrikler,
“Sen de sapıttın, Muhammed gibi çocuklaştın” diye onu küçümsediler.
Ebû Cehil tuhaf bir haldeydi. Onlara şöyle dedi:
“Hayır, siz de benim yerimde olsaydınız, aynı şeyi yapardınız. Çünkü onun sağında ve solunda birer mızrak gördüm. Vermeyecek olsam bana saplanacaktı.”
Hz. Peygamber (s.a.v) bir bayram namazından sonra mescitten çıktığında, çocukların neşe ve sevinç içinde oynadıklarını gördü. Bir duvarın dibinde de perişan kılıklı ve üzüntülü bir çocuk ağlayıp duruyordu. Doğruca onun yanına vardı.
“Yavrum, neyin var, niçin böyle üzgün duruyorsun? Arkadaşlarınla birlikte niçin oynamıyorsun?”
Çocuk bir yetimdi. Babası Uhud savaşında şehit olmuştu. Annesi de başka biriyle evlenince çocuk sahipsiz kalmıştı. Allah Resûlü çocuğun elinden tuttu. Başını okşadı, gönlünü aldı. Sevindirici bir haber verdi:
“Neden ağlıyorsun? Ben baban, Âişe annen, Fatıma kardeşin olsun, istemez misin?”
Çocuk sevincinden uçacak gibiydi. Heyecanla,
“Nasıl razı olmam, ya Resûlullah?” diyebildi.
Allah Resûlü (s.a.v) ismini sordu:
“Buceyr” dedi.
“Hayır, senin ismin Beşir olsun” buyurdu.
Hz. Peygamber (s.a.v) çocuğu aldı, evine götürdü. Yedirip içirdi, üstünü başını giydirdi.
Çocuk sevinerek oynayan çocukların arasına karışmak üzere sokağa çıktı.
Neden sevinmeyecekti? Babasının yerine geçen insan, bütün babaların en hayırlısıydı.
Arkadaşları Beşir’in halindeki değişikliği görünce etrafına toplandılar. Merakla sordular:
“Sen daha önce ağlayıp duruyordun. Şimdi nasıl oldun da bu hale geldin?” Beşir cevap verdi:
“Açtım, doydum; çıplaktım, giyindim; yetimdim, Resûlullah babam, Âişe annem, Fatıma kardeşim oldu.”
Bunun üzerine diğer çocuklar Beşir’e gıpta ederek şöyle dediler:
“Ne olaydı, keşke bizim de babalarımız Uhud’da şehit olaydı da, biz de öyle bahtiyar bir babaya kavuşmuş olaydık.”
Hz. Peygamber’in evinden yetim eksik olmazdı. O (s.a.v) şöyle buyururdu:
“Müslümanlar içinde en hayırlı ev kendisine iyilik yapılan bir yetimin bulunduğu evdir. Müslümanlar içinde en kötü ev de kendisine kötülük yapılan bir yetimin bulunduğu evdir.”
Allah Resûlü (s.a.v), Hz. Hatice ile evlendiğinde, Hatice annemizin ölen kocasından Hind isminde bir erkek çocuğu vardı. Hz. Peygamber (s.a.v) ona kendi öz çocuğu gibi bakmış ve yetiştirmişti.
Yine Hz. Peygamber (s.a.v) Ümmü Seleme ile evlendiğinde, beraberinde dört yetimi vardı. Hz. Peygamber (s.a.v) ona, beraberinde yetim çocukların bulunmasının evlenmesine bir engel olmayacağını söyledi ve öylece kabul etti.
Kaynak: Edep Yâ Hû /Allah Dostlarının Örnek Âhlakı, 1/136.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder