31 Temmuz 2012 Salı

Musa'da Firavunda ölmediler!


Benim ruhum Musa ,aklım ise Harun'dur.Nefsim ,Firavun ;heva ve heves de Firavun'un veziri Haman'dır.Firavun'un sihirbazları ise ;evhamvehayalat ve islama yöneltilen imansızca neşriyattır.Onlara karşı koyacak olanda Kuran'ın mucizeleridir.
Muhyiddin-i İbn Arabi Hz.

Yalancı neşriyatla uğraşmayınız!
Makalat-ı Hulusiyye s.150

30 Temmuz 2012 Pazartesi

sakla gönlün derdini söyleme hiç derdsize


Sakla gönlün derdini sen söyleme hîç derdsize
Derdi kazan sa'y idegör kat giceyi gündize

Derdi olmayan behâ' imdendir ol insân değil
Varmayalım yanına biz gelmesün yanımıza

Derd-i 'ışkdur pes murâdım zikr ile kalbe tolar
Ol kadar zikr eyle kim 'ışk tola deryâ-veş öze

Cümle zikrin efdali tevhîd buyurmışdur Resûl
...
Ol kadar çalış ana kim kalbinin bendin çöze

Zikr ile toğar gönülde şems ü 'irfan nûr-ı zât
Mâsivâ görünmez olur zerre mikdârı göze

Umma düşmândan vefâ nâdâna sır keşf eyleme
Sanma sâdık her sana dostum deyü gülen yüze

Dinle Kuddûsî kelâmın tut bulam dirsen felâh
Münkirin sağır kulağı kalbi hem benzer buza
Kuddusi Baba R.Aleyh Divanı'ndan

tevhid ile


Kalbini, Cennet bağı yap, çeşme-i tevhîd ile,
rûh bağçeni gülşen eyle, gonca-i tevhîd ile.

Hem mekânsız, hem zemânsız, nihâyetsiz yolları,
kat’ider gönül erbâbı, kuvvet-i tevhîd ile.

...
Her ne kadar, yüz karası, yapdıysa ısyân sende,
temizlenir her yerin, sâbûn-i tevhîd ile.

İns ve cin âlemlerini, aşarak arşa çıkar,
kim ki mi’râc eylediyse, cezbe-i tevhîd ile.

Ey Niyâzi! Ârif-i billah gönülden kaldırır,
yetmiş bin perdeyi hep, bir lem’a-i tevhîd ile.

Niyazi Mısri Hz



ya rabb


Senin aşkınla mecnûnum ve lâkin iştihârım yok
Demâdem dâğ-ı hasretle figandan başka kârım yok

Metâ-ı lütfunu almak için sermâyesiz geldim
O dürlü bir tehî-destim ki hattâ ihtiyârım yok

Ne ilm ü ma’rifet verdin ne câh u menkıbet yâ Rabb
Bi-hamdillâh ki bir zerre medâr-ı iftihârım yok

Benî nev’-i beşer resminde ancak bir heyûlâ var
Cihanda kâm alırdım ben olaydı ger o vârım yok

Ne dârım var benim Es’ad ne de meyl-i diyârım var
Cemâl-i yârdan başka diğer bir intizârım yok
Muhammed Es’ad Erbîlî ks.

vasfedemem gönül seni


Vasf-ı lisan seninledir; vasfedemem gönül seni,
Nutk ü beyan seninledir; vasf edemem gönül seni.
Her hünerin kemalisin, her güzelin cemalisin,
Hüsn ile ân seninledir; vasf edemem gönül seni.
Şevk ü talep ki sendedir, zevk ü tarap ki sendedi...
r,
Aşk ile can seninledir; vasf edemem gönül seni.
Olmasa kibr ile riya, sensin o beyt-i Kibriya,
Genc-i nihan seninledir, vasfedemem gönül seni.
Bilmedi kimse cevherin, âleme doldu kevserin,
Zevk-ı cinan seninledir, vasfedemem gönül seni.
Hükmüne Hakkı bendedir, canı seninle zindedir,
Cümle cihan seninledir, vasfedemem gönül seni.

İbrahim Hakkı Hz.

tecella eyledin



29 Temmuz 2012 Pazar

gönüldesin...


Sen canımın içindesin, canımsa senden habersiz..
Dünya seninle dolu, dünya senden habersiz..
Gönlüm, canım nasıl bulsun seni?..
Çünkü sen, tümüyle gönüldesin sense gönülden habersiz...
(Şems-i Tebrizi)

üfle ey ney



Üfle ey ney hicranımı, sırrımı duysun cihan-ı alem,
Hasreti yazmaktan yırtıldı kağıt, çatladı kalem....

Saplansın sineme cevri cefa kınasın el alem,
Namert olayım şikayet edip etsem tek bir kelam.


Ey ney! Ey ney! Sen sitem et yâre benim yerime,
Hem şikayet hem derdin dök derdime...
Her gözünden bir çığ gibi kederin aksın üstüme!
Namert olayım şikayet edip etsem tek bir kelam.

Yâr, yâr bana bilirim 'hor' değil!
Yâr, yâr bana bilirim 'har' değil!
Yâr aktini getirseydi yerine...
Namert olayım sitem edip etseydim tek bir kelam.



FERİDE BEKTAŞ


feryadıma gelsen...


Bir hasta-yi aşkim ne olur imdadima gelsen,
Bir bade-yi hamra ile hemen imdadıma gelsen..
...
Sızlar ciğerin hal-i perişanımı görsen,
Ağlarsın eğer suziş-i feryadıma gelsen...


cân içimdedir...



kimse halüm bilmez menüm


Men bu ile garîb geldüm kimse hâlüm bilmez menüm
Men söylerem men diñlerem kimse dilüm bilmez menüm
Abdülmecid-i Sivâsî

Yarin hüsnü


Kime dua kapısı açılmış ise




İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kime dua kapısı açılmış ise ona rahmet kapıları açılmış demektir. Allah'a taleb edilen (dünyevî şeylerden) Allah'ın en çok sevdiği afiyettir. Dua inen ve henüz inmeyen her çeşit (musibet) için faydalıdır. Kazayı sadece dua geri çevirir. Öyle ise sizlere dua etmek gerekir."
Tirmizî

vefa nedir bilir misin?


Ahde vefa gösterin. Çünkü ahid bir sorumluluktur…


"Vefa nedir, bilir misin? Vefa arkanda bıraktığını, giderken yaktığını yabana atmamandır. Vefa; dostluğun asaletine, bir dua sonrası verilen sözlere, hayallere ihanet katmamandır. Vefa; ötelerin sonsuz mükafatı karşısında, cehennemi hafife almaman, ulvi güzellikleri dünyaya satmamandır." (Mevlana)

Vefa, sözünü yerine getirme, sözünde durma, sevgi, dostluk ve bağlılıkta kararlılık ve dini sorumluluklarını yerine getirme anlamlarına gelir.

Gerçek vefa, Allah'a verilen sözlere sadık kalmaktır. Örneğin, 'Ben Allah'ın kuluyum... Ben yalnızca Allah'a kulluk ederim... Dinim İslam'dır" ifadeleri söz verme anlamındadır. Vefalı olmak, bu sözleri fiili olarak da doğrulayarak, sadakatle Allah'ın sınırlarını korumak, kulluk sorumluluğunun bilincinde olmak ve Allah'ı derin bir aşkla sevmektir.

Vefa tam, mükemmel, içten, sağlam ve sarsılmaz kalp bağlılığıdır. Samimi inanan insan vefalıdır, sadıktır. Rabbinin rızasını kazanma yolundaki engel ve zorlukları aşmak için azimle çaba harcar, yapması gerekenleri titizlikle yerine getirir. Bu anlamda vefa ve sadakat, müminlerin yaşamları süresince ihtiyaç duydukları ve kendilerine Allah'ın hoşnutluğunu kazandıracak olan üstün ahlak özellikleridir. Sevgi, şefkat, merhamet, hamiyet, yiğitlik ve vefa gibi duygular müminlerin silahıdır. Bu duygular, Kur'an ahlakını yaşama yolunda diğer insanların da şevklerini tetikler, coşkularını artırır.

Kur'an, gerçek iyileri, "ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler" ifadesiyle tarif eder. Vefa, bir mümin özelliği, vefasızlık ise münafık özelliğidir. Peygamberimiz (sav), münafıkların özelliklerinden söz ederken onların üç özelliğini şöyle sıralar: "Konuştuğu zaman yalan söyler. Söz verdiği zaman sözünü tutmaz. Emanete ihanet eder.”

Allah'ın tarif ettiği müminler ise doğru sözlü, dürüst, güvenilir, sadık, vefalı ve sorumluluk sahibidirler. Küçük dünyevi çıkarlar ardında koşmazlar. "Onlar, kendilerine verilen emanete ve verdikleri ahde (harfiyen) riayet edenlerdir. (Mearic Suresi, 32) Bu yüzden, bir ahdi yerine getirme ya da bir emanete en güzel şekilde uyma konusunda güven duyulan insanlardır.

Ahitleşme ve emanet konusu oldukça önemlidir. İnsan, eğer kaldırabiliyorsa ahitleşmeli ve emaneti üstlenme sorumluluğunu almalıdır. Ahdi tutmamanın ve emanete ihanet etmenin önemine Kur'an'da dikkat şöyle çekilir:

... Ahde vefa gösterin. Çünkü ahid bir sorumluluktur. (İsra Suresi, 34)

Ey iman edenler, Allah'a ve resulüne ihanet etmeyin, bile bile emanetlerinize de ihanet etmeyin. (Enfal Suresi, 27)

Ancak kişinin yapabileceği halde, üşengeçlik ya da başaramama endişesiyle bu sorumluluklardan kaçması da yanılgıdır. Hayırlı bir işi bahanelerle yapmamak da insan üzerinde vebal olur. Allah yolundaki mücadeleden bu geçersiz bahanelerle kaçmak itaatsizliktir. İnsan samimi niyet, çaba ve dua ile sorumluluğunu üstlenmelidir. Sadık ve vefalı olduğunda insan, emrolunduğunu büyük bir teslimiyetle yerine getiren melekler gibi olabilir.

Vefa şeytanı müthiş kızdırır. "Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır." (İsra Suresi, 53) ifadesiyle dikkat çekildiği gibi müminler, şeytanın planlayıp uygulamaya koyduğu sinsi tuzaklarına düşmemek için birbirlerine hatırlatmalarda ve uyarılarda bulunurlar. Kendi hatalarını düzeltmeye çalışır, mümin kardeşleri bir hata yaptığında bırakıp gitmez, ona destek olur, yardım ederler.

İşte gerçek sevgi de budur. Bir mümin ahirette yalnızca kendi vereceği hesabı düşünmez. O, kardeşlerinin de sonsuz kurtuluşuna vesile olabilmeyi ister. Bu sevgi herhangi bir dünyevi çıkar kaygısı ile bozulmamış sevgidir; Rabb’lerinin müminlerin kalplerinde kıldığı bir nimettir.

Sevgi, Allah rızası için olmalı, insan sevdiğini Allah’ın tecellisi olarak sevmelidir. Bu sevgide şefkat ve koruma hisleri hakim olmalıdır. İnsan sevdiği kişiyi sağlığında da hastayken de sevmeli hatta hastayken ya da yaşlandığında daha fazla sevgi duymalıdır. Sevgi Allah rızası için olmadığında ise bir hastalık ya da bir kaza durumunda kişinin dostları birer birer yaşamından çıkar.

Örneğin önemli bir hastalığa yakalanan kişi, tedavisi için gerekli olan parayı karşılamak amacıyla önce malını mülkünü satar. Maddi varlığının ardından eşini, dostunu, çevresini ve sağlığında gördüğü sevgi ve saygıyı yitirir. Sevgi, Allah rızası temeli üzerinde değilse kişi sonunda bu vefasızlıkla, bu acı gerçekle karşılaşacaktır. İnsan, Allah'ın hoşnutluğunu asıl amaç haline getirirse, o zaman mutlu olur. Allah ona huzur ve güzellik verir. Aksinde ise canı çok yanar; vefasızlık çok can yakıcıdır. İnsanın, parası, toplumdaki yeri ya da güzelliği için sevilmesi ya da sevmesi oldukça aşağılayıcıdır; sonu ise ürkütücüdür.

İman sahipleri, müminlerin sayılarının azlığını ve her bir mümini Allah’ın seçtiğini düşünerek, O’nun seçtiği kulu beğenmemenin hata olacağını bilirler. Birbirlerini koruyup kollar, her koşulda birbirlerine destek olur, birbirlerinin hatalarını bağışlar, birbirleri için dua ederler. Yüce Allah müminlerin, Allah yolunda "birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak" inkarcı görüş ve felsefelere karşı mücadele ettiklerini bildirir.

Allah, sadakat ve vefa konusunda imtihan eder. Güzel tavırlar sergileyip, güzel söz söylemek önemlidir. Kötü söze ya da kötü davranışa güzellikle karşılık vermek de imtihanın bir parçasıdır. Vefalı insan, hata yaptığında dostunu yalnız bırakmaz, bağışlayıcı olur. Son kez affetme" düşüncesi müminin sözlüğünde olmaz; o, Allah için bağışlar.

Vefalı insan, beklentisi olmayan, çıkar gözetmeyen kimsedir. Müminin özverisi ve vefası; onun, Allah'ı kendi nefsinden, yaşamından ve sahip olduğu maddi manevi herşeyden daha çok sevdiğinin açık göstergesidir. O, Allah'ın sevgisini kazanabilmek için, içinde asla burkuntu olmadan herşeyini yolunda feda edebilir. Canı, malı ve herşeyi ile Rabbine teslim olmuştur.

Zorluk zamanlarında insanın aşkı, sadakati ve vefası daha ortaya çıkar.

Bediüzzaman’ın da söz ettiği gibi, elmasla kömür burada ayrılır; bu, insanın ateşle imtihanıdır. Ham altın ateşe konulduğunda işe yaramayan, kötü kısım üste çıkar. O kısım atıldığında saf/tertemiz altın kalır. Allah da insanları böyle zorlukla imtihan eder. Ancak imtihanda hep iyi olanlar, hep güzel ahlaklı olanlar kazanır. Kaliteli, aklı başında, yiğit, dürüst, samimi müminler zorluklardan asla etkilenmez, her zaman sadakatlerini devam ettirirler.

Allah’a bir kez iman edilir. Bir kez dost olunur. Bir kez aşık olunur ve bir daha sonsuza kadar asla bırakılmaz. Sadık ve vefalı mümin, başına her ne gelirse gelsin, hep aşkla “Allah” der. Gerçek iman, gerçek Allah sevgisi, gerçek vefa ve sadakat budur.

Bugün, büyüklerine sevgi ve saygı duyan, sadık, vefalı, şefkatli, merhametli, derin düşünen, Allah’tan başka kimseden korkmayan, birisi çirkin bir söz söylediğinde, söyleyeni uyaran, sevdiklerini koruyan insanların sayısının artmasına ihtiyaç vardır.

Allah, az sayıda da olsalar müminleri bulundukları yerden alır, bir araya getirir, onları birlikte kılar ve cennete hazırlar. Müminler arasındaki kardeşlik, derin sevgi, vefa ve muhabbet, cennet halkının özelliklerindendir. Allah’ın dünyadaki tecellileri olan müminlerle beraberse insan, umulur ki Rabb'i onu ahirette de ahdine vefa gösteren müminlerle birlikte kılar.

Peygamberimiz (sav)'in, kulun Allah ile olan ahdi konusundaki duası bizlerin de duası olsun:

“– Allâhım! Ben Sen'in kulunum. Gücüm yettiği kadar ahdine ve va'dine sadâkat gösteriyorum!" (Buhârî, Deavât, 16)



Fuat Türker


ah nerde o eski günler...



Apartman adı verilen beton yığınlarına hapsolmadan önce ruhumuz.
Sınav denilen ad...
ı batası bir maratonun anaforuna kapılmadan…
Dershane kapılarında telef olup gitmeden önce çocukluğumuz.
Delisi, afilisi, şadırvanlı camisi, bakkalı, kasabı, ustası, çırağı ile bir bütündü mahalle.
Çıkmazdı sokakları.
Kapı önü sohbet yeriydi komşuların.
Oyun alanıydı çocukların.
Halı saha adı verilen yapay mekânlarda iki kale arasına meşin yuvarlağı sokmaktan başka oyunları olmayan apartman çocukları gibi değildi mahallenin çocukları.
Ne oyunlar vardı mahallelerde oynanan!
Oğlanlar çelik çomak, hacıyatmaz, birdirbir, uzun eşek, bilye, topaç; kızlar ise yakar top, seksek, istop, yedi kiremit, ip atlama, evcilik, bezirganbaşı, mendil kapmaca, üç taş, dokuz taş oynarlardı.
Aklımda kalanlar bunlar.
Daha neler vardı kim bilir.
Evler genelde tek katlı ve avlu içerisinde olurdu.
Günlük hayatın çoğu burada geçtiği için hayat denirdi avluya.
Avlunun ortasında bir dut ağacı dururdu.
Abiler çıkınca bebeler de peşinden tırmanırdı devasa ağacın tepesine.
Çelimsiz bedenleriyle tutunamayınca ağacın gövdesine, armut gibi dibine düşerlerdi ağacın.
Kolu kanadı kırılan çocuğu kucaklayan anneler, mahallenin sınıkçısında alırdı soluğu.
Genelde herkesin bir büyük baş hayvanı olurdu. Avlunun içinde bir köşeye ahır, diğer köşeye kenef yapılırdı.
Hali vakti yerinde olanların evleri iki katlıydı.
Onların ahırları alt katta olur, avluda da ahır yerine kümes bulunurdu.
Tüketen değil üreten bir toplumdu mahalleli.
Hemen herkesin bağı bahçesi olur, kışlık zahiresini yazdan hazırlardı mahalleli.
Büyük kazanlarda kaynardı zahirelik bulgurlar. Komşu komşunun sadece külüne değil bir çok şeyine muhtaçtı.
Meselâ bu kazanlar.
Hacet adı verilirdi bu tip ihtiyaç malzemesine.
Ve ihtiyacı olan alır kullanırdı.
Kavga gürültü olmaz mıydı?
Olurdu elbet.
Ama Hacı amcaları vardı mahallenin.
Herkesi bir sükût sarardı onlar girince devreye.
Horasan erenleri gibi adamlardı onlar.
Küslük, dargınlık kalmaz, öpüşür barışırdı herkes onların huzurunda.
Hacı teyzeleri vardı bir de.
Rol modeldi onlar genç kızlar için.
Tıpkı komşumuz Mücella Teyze gibi.
Itır kokulu Mücella Teyze..
Rol modeldi gençlere o da diğerleri gibi.
Tıpkı annemim ahretliği Kadriye Teyze gibi.
Külüne muhtaçtık birbirimizin.
Anne sütü kadar sıcak, bahçesinde açan renk renk kasımpatılar kadar huzur doluydu sesi.
Bir hicazkâr beste gibiydi. Her usûlü bilirdi.
Yüceydi yüreği…
Mahallemizi kuşatacak kadar yüce.
Herkesin yardımına koşar, her gelene kapısını açardı.
Fakirlerin hanesine uğrar, yardım ederdi gizlice.
Akide şekerleri saklardı bizim için ışıltılı cam kavanozlarda.
Nane, reyhan kuruturdu avlusunda ahşap evin.
Çamurlu ayaklarımızla basınca gıcır gıcır silinmiş ahşap verandasına, kuş üzümü gibi gözlerini kısınca, başımızı öne eğerdik usûlca.
Kızması bile şefkat doluydu.
Şimdi ne Mücella Teyze kaldı, ne de ahşap ev.
Ne mahalle kaldı geriye, ne de çocukları; çıkmaz sokaklarımızın.
Ne reyhan kokusu kaldı havada, ne de ıtır kokusu komşularımızın.
Zevk vermiyor şimdi kimyasal kokulu tutkular.
Hacı amcalarla, hacı teyzelerle birlikte çekip gittiğinden beri bütün soyut arzular.

Mehmet İpçioğlu


 

la tahzen!



Başına ne gelirse gelsin karamsarlığa kapılma.

Bütün kapılar kapansa bile

sonunda "O" kimsenin bilmediği patikalar açar.

Sen şu an göremesen de

dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var.

Şükret ! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır.

Sufi; dilediği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir

kötülüklerin anası



ey sevgili


Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili

Ey sevgili-
Sezai Karakoç

Benim arzum namazı evde kılmandır...


Hanım sahâbîlerden Âtike bint-i Zeyd radıyallâhü anhâ, cennetle müjdelenen yani aşere-i mübeşşereden Said Bin Zeyd'in (r.a.) kız kardeşidir. Abdullah bin Ebî Bekir (r.a.) ile evliydi.
Âtike (r.anhâ) ismi ile müsemmâ bir insandır. “Her şahsın, isminden bir nasîbi vardır” denildiği gibi, o da fizîken de ahlâken de son derece güzeldi. Âtike, güzel ve temiz kadın demektir.
Kocası Hz. Abdullah'ın vefatından sonra, iddeti biter bitmez, onu isteyenler çok oldu. O ise eşinin vefatından sonra evlenmeyeceğine dair Abdullah'a söz vermişti. Hayat yükünü kaldıracak bir bahçe bağışlamıştı eşi kendisine...
Hz. Âtike (r.anhâ) istemeye gelenlere özür beyan ederek teklifleri reddediyordu. Hz. Ömer (r.a.) de tâlip olanlar arasındaydı. Ona da eşine verdiği sözü ve bahçe bağışını hatırlatarak reddetti. Hz. Ömer kendisine mektup yazarak,
“Sen Allâh'ın sana helâl kıldığını haram mı addediyorsun?” dedi ve bu mevzûda düşünmesini istedi.
Âtike (r.anhâ) Hz. Ali (r.a.) ile istişâre etti. Hz. Ali, bahçeyi eşinin âilesine iâde edip evlenmesinin münasip olacağını söyledi. O da Hz. Ömer ile evlendi.
Âtike (r.anhâ), Mescid-i Nebevî'de namaz kılmayı çok arzu ediyor, her defasında Hz. Ömer'den izin istiyordu. O da, “Biliyorsun ki benim arzum, evde kılmandır!” diyerek, evde kılmasının faziletini anlatmaya çalışıyordu.
Hz. Âtike, izin istemeye devam ediyor; izin verilince çıkıyor, verilmeyince de evde kılıyordu. Hz. Ömer'in şehit edilmesinden dolayı çok üzüldü... Ondan sonra onun hâtırasına hürmeten, ibâdetlerini evinde yapıp mescide gitmedi. (1)
Tabii ki bu meselede işaret edilmek, anlatılmak istenen; bu işin takva yönü... Fıkhî-şer'î yönü ise haliyle biraz daha farklı... Onu da aşağıda ele almaya çalışacağız, âlimlerin bu mevzudaki görüşlerini aktarmaya gayret edeceğiz.
***
MESELENİN FIKHÎ YÖNÜNE GELİNCE
Bu hususta İbn Âbdîn'de şu ifadeler yer almaktadır:
"Kadınların cemaatlere gitmeleri; cuma, bayram ve va'z-sohbet için bile olsa, mutlak surette mekruhtur. Velev ki ihtiyar olsun ve geceleyin gitsin!" Bu satırları açıklayan İbn Abidin (rh.) hazretleri diyor ki: "Velev ki ihtiyar olsun ve geceleyin gitsin' ifâdesi mutlak beyândır. Yani genç olsun ihtiyar olsun, gündüz olsun gece olsun kadının cemâata gitmesi mekruhtur." (2)
Yukarıda naklettiğimiz bu hüküm, müteahhirîn ulemasının tercihidir ve tabii müftâbih olan da budur. Bununla birlikte yine bilindiği üzere mütekaddimîn alimlerinin görüşü -yaşlı kadınlarla ilgili- biraz daha farklı ve musâmakârdır. Yani onların belli zamanlarda belli maksatlara binaen usûlüne uygun olarak cemaate iştirak etmelerini caiz görmüşlerdir.
***
Demek ki takvayı hedef alan, gayesi rıza-i ilahi olan Müslümün hanımlarımızın camilere-cemaate gidememelerinden dolayı üzülmelerini gerektirecek bir durum yok.
Ayrıca yine bilinmesinde fayda var: Dünyada üç mescidin dışında ziyarat maksadıyla sefere çıkılacak bir mescit yoktur. Onlar da; Mekke'de Mascid-i Haram, Medine'de Mescid-i Nebî, Kudüs'te Mescid-i Aksâ'dır. Bunların haricindeki bütün mecitler ise, ister büyük olsun ister küçük, hepsi müsavidir, manevi derece bakımdan birbirlerine üstünlükleri yoktur.
Ama maalesef bu durumu bilmeyen, işin şuurunda olmayan "avam" Müslümanlar böyle düşünmüyor ve durmadan cami-cami dolaşıyorlar; özellikle de Ramazan aylarında, mübarek gün ve gecelerde... Dolayısiyle hiç de hoş olmayan manzaralarla sık sık karşılaşıyoruz.
Tabii bunların yanında bir de "eşitlik (!)" adına erkeklerle aynı safta namaz kılmaya kalkışan, Cuma kılmaya hatta kıldırmaya yeltenen, cenaze namazlarında ön saflarda yer alanları hiç bahis mevzuu etmiyorum. Onların zaten konuşulacak-tartışılacak bir yönü-yanı yok. Rabbim, niyeti halis ve de hidayete kabiliyeti olanlarına hidayet buyursun.

Anlatamam...



Hiçbir şey konuşmasak...
Sussak, sussak...
Mevsimleri okşasak... usulca...
Gökyüzüne ipek dokunuşlarla... dokunsak...
Konuşmak... yorar...
Ve hep yeni sorular sorar!
Kalbimden uzaklaşırım bir adım daha... her konuşmada!
O kadar birikmiş suskunluğum var ki...
Anlatamam...
Ali Hakkoymaz

Tellal

Söylenecek sözlerim demir atmış dilimin ucuna
Suskunluk yakışır adama
İçine kanamalı, içine ağlamalı insan
Ben suskun ben sessiz ben kimsesiz
Ben dilleri lal, ben konuşamayan bir tellal

Susarım...



28 Temmuz 2012 Cumartesi

aşktan sorarlarsa...

Sana aşktan soruyorlar de ki o bilgeliktir

Said Ercan

gül...


Gül!.. Şarkın ateş renkli çiçeği!

Mazlume; bir güle taktığım ad.

Sen her çağda yeniden doğar her bahçede yeniden açarsın mazlume yanmak ve yakmak için. Yanışta mısın mazlume ve seni yandırmak için yarışta mı sefiller?



 
Yanmaktan yakmaya an bulunmuyor mu gülüm?... Sen bana mı benziyorsun mazlume?!.. Gel ağlaşalım… Mazlume!.. Gel ağlaşalım…

Mazlume!.. De bana kim çizdi yüreğini derin acılarla?!.. Kim savurdu yapraklarını?!.. Kim düşürdü başından destarını?!..

Bir bülbül yanmasın mı? Dalına konmasın mı? Aşkına kanmasın mı mazlume adını anmasın mı? Eleminle kuruyunca can evi gazele dönmesin mi?!..

 

 
İskender PALA

bir (b)aşka yanmalı...


Aşka yanmalı can dediğin..
Ya canan olmalı; ya da canını almalı
yar diyemezsin ki herkese; içindeki yaran olmalı...
Herkesin de bir yüreği vardır amma yürek dediğin

bir ( b ) aşka yanmalı..!

sabır ya hu


kesme nevanı



içine salsalar da keder



kırılsa gönül medd ü cezr ile



hepsi geçer...



hepsi geçer...



...


Şirazi

öykündüğüm ömrüm...


Öykündüğüm Ömrüm
Düşlerim;
Suskunluğumun edasından almıştır
Kırılganlığı...
Kalbimin salkım saçak dalları
Kırıldıkça kırılıyor.
Ne turkuaz geceleri isterim şimdi..
Ne o gecelere
Bir kaç yıldız dizmeyi.
Neye dokunsam
Pamuk ipliğine bağlı...
Tutundukça kopuyor.
Sormayın;
Nedir kimdir ne olmuştur? Diye...
Bilin ki;
Darbe üstüne darbedir zaman..
Candır canandır dediklerimin
Armağanıdır bu talan...
Değmeyin kalbime...
Duyduğunuz ses hüsrandır
Katlandıysam Yusuf'un
Sustuysam Eyyub’un hatırınadır.
Bakmayın buğulu bakışlarıma...
İçinde gözbebeklerimi kuşatan
Yağmur bulutları var.
Şu an da;
Hayatın girdabında
Döne döne kaybolasım var.
Hani yürürsün ya bazen...
Nereye gideceğini bilmeden...
Yitirdiklerinle el ele...
Ardına bile bakmadan...
Masumdur yollar...
Sanırsın bağırlarına basacaklar...
Atılan her adım avuntudur belki...
Belki de; Ölen umutların
Yeniden dirilişi.
Yürürsün...
Bir adım belkilere...
Bir adım keşkelere...
Bir adım da; ukdelere...
Yürürsün işte...Yürüdükçe;
Bütün yollar hazandır! .
Kovmayın
Başımda uçuşan kuşları;
Çığlıkları feryadımdır.
Bu şiir;
Öykündüğüm ömrümün
Kara kalemle yazılan
Kara sayfasıdır.
Nilgün Pakyıldız

toprağa döneceğiz...



gafil isen dönde bir bak ömrüne darda isen sabrı al koy gönlüne yoksa sen aman yok mu dersin ölüme hazan vurur toprak düşer üstüne...

değmiyor alaka-ı kalbe...

madem dünya fanidir değmiyor alaka-ı kalbe!
rnk


en güzel yalnızlık


ALLAH’ım ; şimdi âşıklar sevgilileriyle yalnızlar. . !Ve ben SEN'inle yalnızım. . . !

(Rabiatü’l Adeviyye

Peygamber evine benzedi.




Gönüller sultanı Mevlana Hazretleri'nin hizmetçisine: Bu gün evimizde yiyip içec...ek birşey var mı?" diye sorup, hizmetçisinin de "Hayır hiç birşey yok" diye cevap vermesi üzerine sevince garkolup ellerini Yüce Dergah'a açarak:

"Allahım, sana şükürler olsun ki, evimiz bugün Peygamber evine benziyor" diye Muhammed Mustafa'nın(sav) yolunun tozu olduğunu gösterdiğini...

27 Temmuz 2012 Cuma

sızı...



SIZI
Bu nasıl bir yazgıdır ki;
Motif motif ,hece hece işlenmiş,
Göklere ve yere..
Görülmez ,duyulmaz bir dertmiş;
... Yüreklerin derininde.
Bu sızı sır imiş, belki bir bilmece,
Kavrulan hangi cana sorsan;
Hissedip, sezermiş zaten içinde..
Bu sızı tüm sevenlerin derdiymiş,
Aradığına eremeyenlerin sevdiğiymiş..
O'nun ateşi Vedud isminden gelirmiş..
Habib-i Zişan, Habib-i Vedud,
Habib-i Hakk ,Habib-i Kibriya imiş !
Alemlere rahmet olarak gönderilmiş.
Hazret-i Fahr-ı Alem,Hayrü-l Vera,
Ümmetine çok düşkün olan hazret,
O sızının sahibi; Resul-i Ekrem,
Muhammed Mustafa (s.a.v.) imiş.
Özlem ARSLAN

nasıl dayansın


hayırlı cumalar


Allah'ım!
Sen benim Rabbimsin ibadete şayan senden başka ilah yoktur.
Ancak Senin kulunum .Gücüm yettiği kadar ,ezelde verdiğim ahdin ve va'din üzerinde duruyorum.
Bana lütuf ve ihsan buyurduğunu itiraf ve ikrar ederim.Günahımıda itiraf ederim.Sen beni efv et Allah'ım .Zira senden başka günahları afv edecek kimse yoktur.
Makalat-ı Hulusiyye s.154

26 Temmuz 2012 Perşembe

Bu kaçıncı yerle bir oluşu kalbimin...



bir ah etsem...

Eylesem ağlayarak âh ile eflâk yanar
Su yanar, nâr yanar, bâd yanar, hâk yanar..."
Osman Nevres Efendi
(Beyazlale'den)

23 Temmuz 2012 Pazartesi

muhsinlerden olmak duasıyla...



الَّذِينَ يُنفِقُونَ فِي السَّرَّاء وَالضَّرَّاء وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ
Ellezîne yunfikûne fîs serrâi ved darrâi vel kâzımînel gayza vel âfîne anin nâs(nâsi), vallâhu yuhibbul muhsinîn(muhsinîne).

Onlar ki; bollukta ve darlıkta infak ederler, öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını bağışlarlar. Allah, ihsan edenleri sever.
ÂLİ İMRÂN - 134


22 Temmuz 2012 Pazar

Üflemekle sönmez...



Takdir-i Hudâ, kuvvet-i bâzu ile dönmez.

Bir şem'a ki, mevlâ yaka, üflemekle sönmez

gamlı gönül


Sen gülce bilirsin, ne diyor dinle şu güller
Kulkul dediler şu kadehlerdeki müller
Gül mül sana soy sop gibi dert anletir amma
Bir bilmediğin dil konuşur gamlı gönüller

Rabia Hatun

ne dem baki,ne gam baki

Gamına gamlanıp olma mahzun,
Demine demlenip olma mağrur,
Ne dem baki ne gam baki, ya Hû!

Yavuz Sultan Selim Han


Allah'ım beni cehaletle mahcub etme

Beni İlâhi cehâletle şermsâr itme
Kitab-hâne-i irfân içinde hâr itme

Fürû-nihâde-i akrân idüp ilimde beni
O gayret ile derûnum misâl-i nâr itme

(Hâmîd)


[Allahım benin cehaletle mahcup etme
Kitap yüklü eşşeğe de benzetme

Beni ilimde akranlarımdan geride bırakıp da
İçimi yakıp kavuracak ateşe atma.]


21 Temmuz 2012 Cumartesi

oruç hürmetine

Tuttuğumuz oruç hürmetine
tut kalbimizden Allah'ım...
Şehr-i Ramazan'a merhaba derken
bir ömür aşkına niyetli kalsın kalbimiz..

Kadim Dolunay

değirmen taşı

19. yy. âlim ve şairlerinden Gaziantepli Hasırcızade Mehmet Ağa, devrinin en nüktedan kişilerinden biriymiş
Dönemin devlet adamlarından Fuat Paşa ile de tanışıklığı olan Hasırcızade Mehmet, Paşayla görüştüğü bir gün, gözü onun parmağındaki yüzüğe takılmış. Fuat paşa sormuş:
- Taşına mı bakıyorsunuz?
- Evet Paşam.
- Elmastır.
- Ne faydası var, yani ne getirir?
- Yüzük taşı ne getirecek Mehmet Ağa?
- Benim de babadan kalma iki taşım var, senede yüz altın getirirler.
- Yaa, ne taşı bunlar?
- Değirmen taşı paşam.

hak dostlarını seviyor muyuz?

Rüyasında Hz. Cebrail (as)'i elinde Hak dostlarının isimlerinin yazılı olduğu defterle gören İbrahim sorar:
- Bak bakalım benim ismim de yazılı mı (Hak dostlarının içinde?) der.
Hz. Cebrail, 'Hayır der, senin ismin (Hak dostlarının listesinde) değil bir aşağıdaki defter olan (Hak dostlarını sevenlerin) içinde yazılı! İbrahim hemen teklifini yapar:
"Madem Hak dostlarını sevenlerin içinde benim adım. Öyle ise Peygamberimiz 'Kişi sevdiğiyle beraber olacaktır.' buyurdu. Çabuk benim adımı da sevdiğim Hak dostlarının yanına yazın. Peygamberimiz'in emrini yerine getirin! Ben de sevdiğim Hak dostlarıyla birlikte olmak istiyorum" der. Cebrail aynen uygular. İbrahim'in ismi de sevdiklerinin yanına yazılır. Böylece sevdiği Hak dostlarıyla birlikte olur.
- Öyle ise biz de kendimizi bir kontrol edelim mi? Hak dostlarını seviyor muyuz? Seviyorsak sevdiklerimizle birlikte olacak, onların yanında yer alacağız inşallah. Yeter ki hep Hak dostlarını seviyor olalım.

temenni...

Geçip gitmeden ömür dünyanın telâşıyla
Sırılsıklam olsam ah semânın gözyaşıyla!

Hüşyâr olsa bu gönlüm titrese hep yüreğim
Bitevî sancılarla kaynayıp dursa beynim.

Muttasıl heyecanla dolup dolup da taşsam
Uçarak uzaklara maveraya ulaşsam.

Dilimdeki tespihim gürül gürül O olsa
O’ndan gayrı ne varsa üfûl edip kaybolsa!

Her yanımı kuşatmış nefsin türlü hilesi
Aydınlık günler için çeksem fikir çilesi.

Sancısını duyarsam Rabbim lütfun ne de çok
Duam olsun ıstırap başka şeye gerek yok.

Bâd-ı sabalar artık muştuları getirsin
Bir hüzme alsın beni güneşime götürsün.

Bir cezbe hâline girip mesafeleri aşsam
Aşsam ve bu diyardan ötelere ulaşsam.

Yaşar Beçene

hüzün dalgası


Hüzün dalgası çarptıysa bir insanın yüreğine ya Mevlasını özlemiştir yada Mevlası onu...
Mevlayı özleyen gönül ya hüznü bekler yada hüzündedir.
Bela gam ve keder Mevlanın sevdiklerine gösterdiği kamçıdır.
Vurdukça kendine çeker...
İmam Rabbani

Umudu gülüşe nakşetmek...

Gökyüzüne resim çizmek peşinde değilim
Gayretim bir dirhem umuda naif gülüşü nakşedebilmek…

İsmail Sarıgene.

eskidendi...

ESKİDENDİ
Hani irfan¸ hani hikmet¸ hani fen?

 
Eskidendi¸ eskidendi¸ eskiden



 
Semâya ağan ağaç¸ aşktı toprakta biten

 
Eskidendi¸ eskidendi¸ eskiden

 
Buğulu bir bakıştı uzak gurbete giden
Eskidendi¸ eskidendi¸ eskiden

 
Kederli saatlerde rüzgârlanırdı yelken
Eskidendi¸ eskidendi¸ eskiden

 
Arzulanan esenlik¸ çağın çölünde yiten
Eskidendi¸ eskidendi¸ eskiden

 
O keremli insanlar çekilip gitti neden?
Eskidendi¸ eskidendi¸ eskiden

 
Saadet hırkasını saklı tutan bedesten
Eskidendi¸ eskidendi¸ eskiden

 
Tok yatmazdı haminne¸ kapı komşu aç iken
Eskidendi¸ eskidendi¸ eskiden

 
Hissederdi tüm vücut¸ tenine değse diken
Eskidendi¸ eskidendi¸ eskiden

 
Rûhun mahpushanesi¸ modern zindan siten
Eskidendi¸ eskidendi¸ eskiden

 
Kaf dağının ardında¸ göz değmemiş gülbeden?
Eskidendi¸ eskidendi¸ eskiden

 
İnci tanesi gibi gülümserdi ak mügen
Eskidendi¸ eskidendi¸ eskiden

 
Sürgün oldu leventler ulu-ulvî gemiden
Eskidendi¸ eskidendi¸ eskiden

 
Hani esrar¸ hani efsun¸ hani fen?
Eskidendi¸ eskidendi¸ eskiden…

 
Olcay YAZICI


inşaAllah ...



Can çekişiyorum zamanın kıskacında sancılarım bana unutturuyor kendimi
Kayboluyorum ağrılarım içinde etime bıçak gibi saplanıyor sızılarım.
Ne gelecek hayallerim aklımda ne bitmez telaşlarım…
Bazen sadece bir ağrı yenik düştüğüm bazen bir kaç derece fazlalık;ateş…
Bu kadar yeter çok önemli planlarımı (!) alt üst etmeye
Sonrasını geç !

Kıvranırken ellerimi sıkıca bağlamışım kendime.
Elim uzanmıyor sevdiklerimin ellerine onların ellerinde tutunamıyor.
Kendime anlatıyorum dertlerimi.Yalnız kendim anlıyorum kendimi.

Ruhumda el çekmiş bel bağladıklarından.
Şimdiden devriliyor gibi “sarsılmaz” fikirleri
Boşuna yük etmişim aklıma bu zifirleri
Yeni yeni anlıyorum neden bu denli inlediğimi:

Baş ucunda beklerken hastalığın farkettim de bir kaç şeyi:
Sahi! Nerdeler hayallerim ? Nereye kaçtılar sicim gibi ?
Hele o ! O rutin işlerim. Hani olmazsa olmazlarımdandı.
İtiraf etsin hadi gitti gitti işte hepsi !
Umutlarım bile mi ? Ah evet ! Onlar yiteli çok olmuştu zaten.

Ve nihayet yalnızım işte !
Şimdi ne altında ezildiğim o bitmez telaşlarım
Ne kendisi gelmeden yorulduğum “gelecek hayallerim” yanımda.
Pek de yalnızlık değil aslında”yalınlaşmak” denir buna.
Ve kendime geliyorum yakınlaştıkça aslıma.

Kıtlıktan çıkmış ırgat gibi saldırırken tarlaya
Düşünmeliydim bunların bir sahibi olacaktı aslında.
Gelip el koyacaktı tarlasına.Ki ben kim olduğumu hatırlayayım.
Ve böylece tarladan çıkıp kalakalınca ortada
Aslıma dönüp kendime geldim haddimi bildim.
Her olayın merkezi sandığım başrol oynadığıma kandığımdan beri
İşsiz güçsüz bir ırgattan pek de farklı değilmişim meğer.
Gözümde büyütüp kendimi işe yarar bildiğim ben
O ahmak adamın yaptığını yapmışım yıllarca.
Hani gemiye binmiş yüküyle de yol boyunca sırtından indirmemiş..
Benim yaptıklarım da o kadar ahmakçaymış aslında.
Dert edindiklerim yük bildiklerim bırakıversem kendi hallerine gideceklermiş.
Sahiplenmeseymiş onları sadece “emanet bırakıldıklarını” hatırlasaymışım.
Bu kadar yükün altında ezilmeyecekmişim.

Aciz olan benim
Bir kollayanım olacaktı elbet kendimi dev sanmasaydım.
Emanet ağır yük! Değil ki sahiplik…
Kaldıracağım kadar verildi bana.
Daha fazlasına karışarak kendime eziyet eden benim.

Bunca şeyi anlayınca”inşaallah”
Çoktan dilimin en zarif duası oldu bile.
Yeniden kabul edilmenin beklentisiyle “inşallah” derken içten içe
Ne sunulan tarlalara baktım ne de başka bir şeye.


“inşAllah” dedikten sonra başlayan işe
Ruhum uyanıverdi hani o yıllardır durmadan kıvranan
Sen de yeter ki O'nu an çünkü
İnşAllah derse yakaran inşa eder Yaradan...

yorgun yüreğim...


Ne çok yordum yüreğim ve ne çok yordular seni...
Bedenim yorulsa dinlendirirdim zihnim yorulsa belki oyalayabilirdim..
Ya yüreğim seni nasıl dinlendireyim…
Hangi gölgelik dinlendirir ki söylesene seni hangi ırak belde iyi gelir..
Acıtılmışlık var içinde yüreğim biraz kanatılmışlık..
Ne bir tabip çare olur derdine ne de bir merhem var bu naçar haline..
Senin çarende derdin de saklı kendi içinde…

Neler yormadı ki seni nelerle yoğrulmadın ki?..

Hatırlar/mı/sın?..

Arş-ı Ala neler tefekkür ettirirdi  sana?.

Yıldızlar yağmurlu geceler sonra uzun yürüyüşlerde yollar..
Söze sığar mı hatırlananlar değer bilir mi hatırda kalanlar?.
Kaç kez şahit oldu gözyaşına yıldızlar aya mı sormalı sessiz feryatlarını yoksa?..
Ah yüreğim ne çok hatırlayışların var ne çok hatırda kalışlar..
Bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı var diyorlar
bir fincan değilse de bir acı kahve yudumlamışlığım var..
Bir fincanın kırk yılsa hatırı söyler misin yüreğim bir ömür  acının ki ne kadar?..

Ah sızılar ah sızlayışlar…
Bugün HüzüN yanıma düştü bütün yağmurlar..
Islandım biraz gözyaşımda..

Yağmur yeryüzünün bereketi olup düşer ya buluttan..
Gözyaşımda öyle boşalır yanaklarımdan…
Yaşım yüreğe bereket olası gözyaşım..
Sal ki yeşersin yürekte umutlar..
Sal ki bahara dönsün yarınlar…




20 Temmuz 2012 Cuma

Adı aşk...




Cihanı hiçe saymaktır adı aşk,
Döküp varlığı gitmektir adı aşk
Elinde sükkeri ayruğa sunup,
Ağuyu kendi yutmaktır adı aşk
Bela yağmur gibi gökten yağarsa
Başını ona tutmaktır adı aşk
Bu alem sanki oddan bir denizdir
Ana kendini atmaktır adı aşk
Var Eşrefoğlu Rumi bil hakikat
Vücudu fani etmektir adı aşk
                           (Eşrefoğlu Rumi)

zekat dünya ve ahiret köprüsüdür.


Zekat ,dünya ve ahiretin köprüsüdür.Zekatın dünya üzerindeki köprüsü ,fakirlerin müslüman zenginlerine husumetini düşmanlığını kaldırır,birbirlerine muavenet hislerini uyandırır.Anarşiliğe set çeker.Zekatın ahiret üzerindeki köprüsü ise emr-i İlahi 'nin yapılıp yapılmadığını ifede etmek için bir imtihan neticesi olan haldir.

Zekatın efdali ,Ramazan'da verilendir.

Makalat-ı Hulusiyye s-73-