13 Mart 2012 Salı

Hayatın kafiyesi.





Ölüm; eline sarıldığımız hayata vedâ anı… Kişinin keyfiyetine göre ölüm; bazen yaz gecelerinden esen tatlı ve ılık seher yeli, bazen kışın kopan fırtına, bazen gül bahçelerinden süzülüp gelen bülbül sesi, bazen de bir yıldırım darbesidir. Ölüm saati gelip çattığında ortalığı bir hüzün kaplar. Vakit, dönüşü olmayan bir ayrılığın sabahıdır. Bir yaprak düşer dalından, bir gemi ayrılır limandan, bir kafile dizilir yola, bir bahçe teslim olur sonbahara… Gurbetle sıla arasındaki ince çizginin titreştiği demdir ölüm. Gidenin ardından her şey bir sır gibi kalır yerinde. Veya Necip Fazıl’ın ifadesiyle; “Hasret yerinde kalır ve biz çekip gideriz.” Rüzgârlar uğuldar, yağmurlar yağar yine. Her mevsim değişmeye devam eder kâinat kitabı. Gül yine kokar, ırmaklar yine akıp gider nakarat hâlinde.
Kâinat yerli yerinde durur; fakat ölüm tûl-i emelin aldatıcı yüzünü bütün çıplaklığıyla ayân eder. Ölümün nasihatine sâdık yaşayanlar, ölümsüzlük boyasını alınlarına çalıp, öyle göçüp giderler.
Bir insanın yaşayıp yaşamadığı ölümünden sonra anlaşılır. Cenaze merasimleri insanı, kendi ölüm gününe dâir hayalî yolculuklara çıkarır. Hayattayken fethedilmiş yüreklerin sınandığı zaman dilimidir cenaze merasimleri. Fethedilmiş yüreklerin sadakatine delildir ‘âmin’ diyen dudaklar… İşte insan için mutluluk budur. Bu mutluluk mahiyetini bilemediğimiz bir azıktır ölen için. Yunus gibi, ‘ölümü bal eylemenin’ veya Mevlâna gibi, ‘şeb-i arûs’ kabul etmenin sırrı, dünya hayatının mânâsını anlamakla mümkündür.
İnsanoğlu genellikle dünyanın bir gurbet, bir misafirhâne olduğunu unuttuğu veya dünyaya ülfetin perdelediği bir camdan baktığı için yaratılış gâyesinin çok uzaklarında hayatını tüketir. Hayat-ölüm gerçeği durmadan gözlerinin önünde aktığı hâlde insan, genellikle hayatın kafiyesi olan ölümü hesaba katmadan yaşar. Bitip tükenmek bilmeyen arzuların gölgesinde yaşanan böyle bir hayat mânâsını yitirir. Hayatı mânâlı kılan ve ona yön tayin eden ölüm duygusudur. Ölüm, hayatın ebediyen son bulması demek olmadığı için, ebediyet, ölüm vesilesiyle varlığını ebediliğe namzet olanlara bütün benliğiyle haykırır.
Ölüm hayatın kafiyesidir. Bu, hayata güzellik katan öyle bir kafiyedir ki, insanı başıboşluğun ve mânâsızlığın cenderesinden çekip alır. Ölüme yer vermemiş bir hayat, buruşuk bir karalama kâğıdına benzer. Ve ölüm, hayatında kendisine yer açanlara beyaz atlı bir prens gibi gelir alır. Elindekilerin birer emanet olduğunun şuurunda olanlar ölümü, emaneti sahibine teslim etmenin kolaylığıyla karşılar. Ve ölüm bir müjdeci olarak süzülür Bediüzzaman Hazretleri’nin dilinden: “Sizlere müjde! Mevt (ölüm) idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, firâk-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil… Ne mutlu sizlere ki, hizmetinizi ve vazifenizi bitirdiniz. Zahmetiniz bitti; rahata ve rahmete gidiyorsunuz… Hizmet ve meşakkat bitti; ücret almaya gidiyorsunuz
RECEP ÖZDEMIR






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder